YANLIŞ ZAMANA SAKLANMIŞ

YANLIŞ ZAMANA SAKLANMIŞ.

Yalnışı yalnışla düzeltmek ne yanlış. Yanlışın ardına bir yanlış daha saklanmış. Kim ne olduğunu anlamamış. Gün ağarmış, zarar kapıda kalmış, Yanlışı yapan karanlığa karışmış. Karanlığı kim aydınlatacakmış..? Zararın neresinden dönersen kar olacakmış.? Hesap kitap işi doğruya kalmış.

Çok aradık ama bulamadık. Yanlışı düzeltelim derken birde baktık sapla samanı karıştırdık. Hepimiz bu yollarda çok dolandık. Dolandıkça kördüğüm olduk. Nihayetinde yanlışların açtığı zararı hep birlikte yıllarca göğüsledik. Kimi gün üzüldük, kimi gün ağladık. Bir günde güldürecek doğruları günyüzüne çıkaramadık. Kim suçlu, kim güçlü. Zeytinyağı gibi üste çıkanlara baktıkça, geçmişine de, geleceğine de sünger çektik. Hep birlikte yanlışlarla dolu yanlış dünyayı da en sonunda kendimize benzettik.

Dürüstlükten dem vuranlar yine bize galip geldiler. Yine en üstteler, yine en tepede. Yanıldıysak at sepete, kullansın alan tepe, tepe. Yalnışları bile bile, takılma hiç engele. Hep güle, hep eğlene, yaşam olur böylece bir hengame.

Yanlışlardan lehimize çıkan sonuca ses çıkarmazken, aleyhimize olduğunda feveran etmeyi iyi biliriz. Yanlışları düzeltmek hepimizin boynumuzun borcu olduğunu söylesekte, ucu başından uzun olunca kaçarız. Ne yalan söyleyelim işimize geldiği gibi kitabına uydurmak tabirini çokca kullanırız.

Yanlışı düzeltmenin yolu kendimizden geçseydi, herkes düzeltmeci olur. Ortada yapacak yanlışta kalmaz ya da azalırdı. Doğrular bayrak açar, hak, hukuk, adalet, eşitlik, hakkaniyet, dürüstlük kol kola gezerdi. Başkalarında aramak kadar, kendimizde bulmak, bulduğunu paylaşıp örnek olmak, örnekleri çoğaltıp öğretici olmak, büyüterek çoğaltmak. Bireylerin özgürlükleri toplumların genel göstergeleri. Söz söylemek kadar söyletmesini de bilmek gerek. Ar, namus, edep, huy, karakter birbirini ahlaklı eder. Ahlaklı insanlar yanlışa kolay kolay sapmazlar. Yanlışa sapanlar doğruları da yolundan şaşırtabilirler. Doğruyu bulmak için, doğru yoldan gidilir densede, yanlışları görmeden doğruları ayırt etmekte zordur çoğu zaman. Örnek almak istersek o kadar çok ki. İsteyenler ne kadar? Orası soru işareti.

Hoca Nasretinin de ne olaylar geçmiş mübarek başından dememek elde değil.

iyi ki gömleğin

İyi ki Gömleğin İçinde Ben Yoktum

Nasreddin Hoca’nın hanımı günün birinde çamaşır yıkar. Daha sonra da yıkadığı çamaşırları kurusun diye evinin arkasındaki ağaçlara asar. Bunlardan kalın olanlarını daha çabuk kuruması için iyice gerer.

O gece bahçeden bazı sesler duyan Nasreddin Hoca hanımına seslenir: “Hanım hanım, çabuk benim yayımı okumu ver, bahçede hırsız var.” Hanımından oku ve yayı alan Nasreddin Hoca, bahçedeki bir karaltıya nişan alır. Sabah olunca bir de bakar ki insan zannettiği kendi gömleği değil mi?

Bu duruma çok sevinen Hoca hanımına dönerek;
“Hanım, iyi ki gömleğin içinde ben yoktum, aksi takdirde çoktan ölmüştüm.” deyiverir.

Geçen seneler ömürden ömür götürüyor. Korona yıllarından uzaklaşmaya, gün ışığını üzerimize salmaya başladık başlayalı, nicedir göremediklerimizi görünce, şaşkın ördek misali göldeki suyun su olduğuna dahi inanamadık desek yeridir. O’gölde yüzenler, saçlar, başlar ağarmışlar, saçları, dişleri dökülmüşler, daha dünkü büyümüşler, bir masal aleminde sanki yürümüşler. Bir virüsün doğuşu, kim bilir hangi yanlışın dönüşü. Bizleri bizlerden çalan, yıllarımıza zehir katan, nice dostları aramızdan ayıran, koranadan kalan yıllar. Bir doğru ile bir çok yanlışlar düzeltilebiliyormuş. Aşılarla şaşı olmadık, şifayı yakaladık. Aşıyı bulan doğru; ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım……’ İyi bak, andımızın satırlarında saklı. Doğruyu bulmak için yazılanlar aslında tarihin sayfalarında saklılar. Kim ortaya çıkaracaklar? Doğru yolda gidenler.

Kısa sözün özü, unutmayalım şu sözü; Ne demiş Hacı Bektaş Veli; Sen seni bilirsen yüzün hudâ’dir; sen seni bilmezsen, hak şenden cudâdir. Mutluluk, doğruluk en büyük nasip, kısmet. Yaradandan niyazımız doğru yola nasib olmamız. Sabret, gayret, doğruluk cesaret, yanlışlık esaret, en büyük hikmet, doğru istikamet.

Yaradanımız yolumuzu doğru yoldan saptırmasın.

Gönül dostlarına selamlar.

Güven Gürbüz

Şebinkarahisar / Ankara

İNANMAK, SINANMAK, DOĞRUYU BULMAK..

İNANMAK, SINANMAK, DOĞRUYU BULMAK..

Evrimleştikçe evrimleşen, değişen dünyamız; Sadece iklimsel, sadece küresel, sadece global vs.değil elbetteki etkilerin etkileşimleri de toplumsal değişimleride kökünden değiştirmeye yetiyor.

Stareteji denilen kavram yaşama, taktik denilen uygulama hayata maddi yönüyle entegre oluyor. Diğer yanda manevi düşünce tarzıda nasibini çok çabuk alıyor. Örf, adet, gelenek, görenek, anale, ciddi değişimlerle kaybolmaya yüz tutarken, sevgi, saygı, edeb, nezaket, ahlak, gibi maneviyatın duygusal boyutuda nasibini almaz değil. Beklentilerimiz her ne kadar da atalarımızdan kalan bu mirasları arar gözüksede, uygulamada işine gelenin, işine geldiği şekliyle tabir edilerek tatbiki, özünden, sözünden, yüreğinden, kalbinden, ayrıştırmadan, ötekileştirmeden beklentisini çok uzaklarda bırakarak yol almayı sürdürüyor.

Evrimleşme yolundaki dünyamız ve üzerinde yaşayan toplumlar, ciddi anlamda insani duyguların yaşatılması babında sınıfta kalmaya devam edeceğe benziyor. Küçük yaşamsal alanlarında yaşayan kitleler dahi her ne kadarda son kaleler olarak görülsede, yaşam döngülerle entegre düzende etkileşimide o kadar hızlı olmakta. Yeni kuşaklar bu süreci hızlandırırken, eğitim ve öğretim camiasının işlevselliğide önem kazanmakta.

İnsanoğlunun inanç alanlarıda yaşamsal döngüye bağlı olarak değişime uğramaz değil. Varlığının devamı yolunda oluşturduğu aksiyonları, hedefleri, kazanımları, her zaman bir sıra önde giderken, o’nu sekteye uğratacak uygulamaların tepkisel boyutuda tartışılır halde. Çoğunluğun azınlığa galibiyeti, hüküm verenle, uygulayanı, etkiletende, etkileneni, karışık bir masa etrafında, hangi ses kime ait dahi ayırt edilemeden, bir gürültü senfonisine dönüştürebilmekte.

İnanmak çoğu zaman sınanmayıda sağlar. İnandığımızda doğruyu bulmak kadar, yanlışa sapmakta var olacaktır. İnanarak deneme, sınama yöntemi olarakta tatbik edilsede nihayetinde deneyim anlamında düşünmenin önünü açacak, bir sonraki adımı kolaylaştıracaktır.

Atalarımızın geçmişte yaşadıkları vuku bulan haller, günümüzle karşılaştırıldığında, özünde aynı olmakla birlikte tatbikte yöntemleri değiştirdiği görülür. Yaşamın her alanında İnanç vazgeçilmez uygulama alanımız.

Hoca Nasrettin’in en çok anlatılan bir fıkrasını da araya serpiştirsek fena olmayacak.

Kazan Doğurdu

Nasreddin Hoca komşusundan bir kazan ister, kazanın dışını külle sıvar, bulgurunu kaynatır,sonra da kazanı güzelce temizler ve içerisine küçük bir tencere koyarak komşunun kapısını çalar. Komşu kazanın içindeki tencereyi görünce şaşkın bir şekilde Hoca’ya sorar:
“Hocam, bu tencere ne?”
“Komşu, senin kazan hamiyleymiş, doğurdu.” der.

Komşu bu işten memnun kalır. Bir gün böyle, iki gün böyle derken günün birinde Hoca,komşusundan bir daha kazanı ister. Komşusu da sevinçle kazanı verir. Fakat aradan günler geçmesine karşılık Hoca kazanı bir türlü getirmez. Bir şeyler sezinleyen komşusu Hoca’nın kapısı çalar:
“Hocam, bizim kazanı verir misin?”
“Komşu, senin kazan öldü.” der.

Bunun üzerine komşu sinirli bir şekilde Hoca’ya çıkışır:“Yahu Hocam, hiç kazan ölür mü?”

Hoca, bıyık altından gülerek komşusuna cevap verir: “Be adam, kazanın doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne neden inanmıyorsun? “

Yaşam bize vadettikleri ile değil, sundukları ile sofra açarken, neresinde nasıl oturduğumuz, kime ne sunduğumuz, ne kadar paylaşımcı, ne kadar aç gözlü olduğumuzu da gözler önünde sermekte. ‘Yediğine doymadın mı karnı büyük koca dünya’ türküsünde olduğu gibi, bu sofra ne kadar şişirse de, karnı büyük koca dünya, kendi şişkinliği ile bizleride bir gün yutmakla nihayete erdirecek.

İnanmak, inanç sahibi olmak, birliğin beraberliğin paylaşımcılıktan geçtiğini kavramak, insani kavramlarla entegre bir yaşamın kazandırdıklarını bilmek, atalarımızdan kalan miraslara sahip çıkmak, insani değerleri özümsemek, öğrenmek, öğretmek, tatbik etmek, ettirmek, nesiller boyu bırakabileceğimiz bizlerinde en büyük mirası olacaktır.

Evrimleşen dünyamızın, insanlığımızın özünde yer alan manevi değerlerimizi yok etmesine müsaade etmeden, sürdürülebilir yaşam alanlarımızda canlı tutmamızı sağlamak zorundayız. Yoksa, ‘Gelecek bir gün bizlerden utanacak.’ dedirtmemeliyiz. Utandırmamalı, unuturmamalı. Değerlerimize sahip çıkıp yaşatmalıyız.

İnançlı insanlarımıza sevgilerle,

Güven Gürbüz

03 Eylül 2022

Şebinkarahisar /Ankara

AKLINA GELEMEMEK

AKLINA GELEMEMEK

Uzak bir yol hikayesidir gidiş ve dönüşler. Memlekete uzanan eller, taşına toprağına konan kanatlar, ılık, ılık yağan yağmurlar misalidir. Bahane yaratmak sebep, Şahane demek kısmet, gidipte görmemek nasip demektir çoğu zaman.

İçimizdeki heyecan bitmiş, umduklarımız kırıklığımız, bulduklarımız hüznümüz, duyduklarımız acımız olursa çokta yoktur söyleyeceklerimiz. Hayat değirmeninde bir oyana, bir bu yana, gel sende kendini oyala, diyenlerimiz oldukça daha çoktur düşüneceklerimiz.

Yeğenimin dünyaevine girişinde yanında olmak üzere memlekete doğru yola koyulduğumuzda;

Bize yollarda eşlik eden manzaralara baktıkça, mazide kalan seyrüseferlerde bir, bir, canlandı zihnimizde. Karda, kışta, hüzünde. Mutlulukta. Hepsi bu yollarda. Ağaçların gölgesinde, gazellerin arasında, türkülerin ortasında kaldı hatıralarıyla ömürden giden seneler.

Memleketin sorunları değil çoğunun umurunda.

Yaşamın kıyısında yüzen balık misali, ürkek hayaller, oltanın ucu hep iğneli. Gaye tutunmaksa yaşama gerisi bahane. Şahane olan mutlu kalmayı başaran. Çok düşünmemek, kafayı fazla kurcalamamak, kendi haline bırakmak, akan su misali hayalleri ve yaşattıklarımızı.

Fazla söze gerek yok demek lazım çoğu zaman gerçekler su yüzünde dans ederken. Gecenin karanlığında kaybolan hayaller bastırdığı yerde kalmalı uykunun, dalmalı hiç uyanmayacakmış gibi derinleştikçe derinleşen uykularımız arasında.

Sahne yine aynı, oyuncular aynı nakaratta. Kimini arayıpta bulamassın sokak ortasında. Kimi çayda, çırada, kimi halayda, horanda. Kimi kaybolmuş tozda dumanda, kimi gördüğünde kaçanda, kimi duyduğunda köşe bucakta.

Şehrin daracık yolları araçların işgalinde. Kimi kapatmış sağı solu, kimi unutmuş yaşlıyı çocuğu. Bir çevre yolu bile yok. Garipliğin resmini çizsen bu kadar olur dercesine kaldırımların çıkardığı sesler. Bu türküyü daha öncede dinlemiştik derken mekanlar, sazıyla sözüyle eşlik eder yalnızlığına kaderin.

Şebinde olmak mutlu kalmak, herşeyi kafandan bir bir atmak. Zamana odaklanmak, ana bırakmak, bazen görmemek, bazen duymamak, bazen tatmamak. Zaman kendi kendini galip idare ederken, yenileri, yenilerden, yenilere, yolllardan yol açan yaşam, bir çok unutulmuşlukları da hatırlatmayı pekte yeğlemeyecektir. İyi kalan iyiler hep vardılar, ya sonradan kötü olanlar. Onlar aslında her zaman olacaklar. Önemli olan bazende önemsiz kalan. İşte onu bulan büyük keşfi yapan. O aklı o zihni fazlasını da yapacaktır olduğundan. Görüntüden resme bakmak değil, resmin içinde yer alanı anlamaktır gerçek olan.

Çok konuşanlar, ortalıkta dolaşanlar, boy boy resimler atanlar, reklama kaçanlar, sosyal medyada boy atanlar, karelerde en çok yer alanlar, boş olduklarını anladıklarında, dolularda bir gün yerini alacaktırlar. Kim öle, kim kala. Konan her dala, beğenmez olursa beğendiği dalı. Kurutmamalı asırlık ağaçları. Ahte vefa dururken, bir anlık sefa ile olmamalı heba.

Hoca Nasrettin’den bu hafta neler var demeden, yazımızda da, anlamlı, manalı yerini almalı.

Kürsüden İnmek de mi Aklına Gelmiyor?

Hoca, günün birinde vaaz etmek için caminin kürsüsüne çıkar, fakat bir türlü konuşamaz.

Sağına döner, soluna döner, tavana bakar, cemaate bakar ve; “Ey cemaat, görüyorsunuz, birkaç dakikadır düşünüyorum ama size söyleyecek bir söz aklıma gelmedi.” der.

Bu sırada Hoca’nın oğlu da kürsünün önündeymiş, başını kaldırır ve babasına; “İlahi baba, kürsüden inmek de mi aklına gelmiyor?” deyiverir.

Ne diyelim bizim çok bilmişler elbetteki çok iş göreceklermişler. Göremeyenlere ne diyeceklermiş. Fıkralarımız örnek olsun. ne diyelim. Bu günü de yarına bırakalım. Kırmayalım, incitmeyelim, güleryüzü ihmal etmeyelim. Fazla söz bıktırır, az söz anlamlandırır. Özünde varsa balın reçelin, o kadar çok sevenin. Birde sofran zenginse işte ona ne denir?

Allah selamete erdirsin akıbetini cümlesinin.

Selametle kalın.

Güven Gürbüz

28 Ağustos 2022

Şebinkarahisar / Ankara

GELEN VARLIKTAN GİDEN DARLIKTAN OLSUN

GELEN VARLIKTAN GİDEN DARLIKTAN OLSUN

Yoksulluğun kapısında bulunmaz zili. Bakar gelip geçeni. Ne anlar el elin halini. Doldurduğunda fileni, hayretle bakar göreni. Ne sen beni söyle, ne ben seni. Değiştiremedi kimseler yoksulluğun kaderini.

Gözü doymazlar, kapı baca tanımazlar. Varsa yoksa onlar. El açıp her gün ” Rabbena hep bana…”derler. Kimi hancı, kimi yolcu, içindeki bitmez sancı. Nereye baksan hepsi yalancı. Varsa sende, yoksa onda. Emeğinden öte yok harcanacak, oysaki var olanda merhamet kalmayınca, ha bu gün, ha yarın, kanmayın sakın. Sencede bence, bencede sence. Hayat bir bilmece. Hangi sorunun yanıtı çıkar altını deşince.Dokunma keyfine hepsi yalan, Zulme kapı aralayan, yoksulu kapıya koyan, yedikçe doymayan, kulu kula kul yapan, sonu yok, adaletsiz yaşam, koparır kimini hayattan. Yoksulluğun görünmeyen yüzünü, kim söylerse ona dönerler arkasını.

Güçlünün yanında, varlıklının arkasında, elinde, eteğinde, yakasında, paçasında, yalakalığın fiyakasında, kim bunlar deseniz onlar tuzu kurular. Onlar yoksulu tanımazlar. Tanısalarda tanımazlar. Menfaatsiz işe koşamazlar. Hayır, dua, şefkat, merhamet, boşuna anlat. Nerde kaldı zekat. Gelde birde yoksula bak. Ne haber yaparlar, ne dönüp bakarlar. Ceplerine üç beş kuruş konanlar, gittikleri sokağı değiştirirler.

Günümüz şartlarında yaşam mücadelesi içerisinde zorluklara göğüs germeye çalışanların halinden kimler anlayacaklar? Paylaşımcılığın bittiği, yardımlaşmanın tükendiği, insanın insana yüz çevirdiği, makam, mevki, para, pul, çıkar, menfaat uğruna birbirinin kuyusunu kazdığı. Aldatmaca, kandırmaca, yalaka, iki yüzlü, sahte dostlukların kol gezdiği ortamlardan beslenenlerin kişiliklerin sahnelerde dolaştığı günümüzde, kim kime adilim, hakkaniyetliyim, iyi niyetliyim, doğruyum, dürüstüm diyecek merak etmiyor değiliz. Oysaki bizler yoksullun meramını kime anlatacağız?

İnsan insana dost, insan insana el uzatan, insan insanın halinden anlayan, komşusu aç iken tok yatmayan, vs.vs. nerelerde bulacağız..? Büyük şehirlerin karmaşasında fark edilemeyenleri, üstü örtülüp geçilenleri, bakışları ile horlayanları, hakir görenleri, fark etmiyeceğiz de neyi fark edeceğiz..?

Yoksulluğun ayak sesleri sadece büyükşehirlerden değil taşrada da hissedilmiyormu..? Kaderine terk edilmiş nice insanlar ne ile geçiniyor acaba..? Yardımlarla ayakta durmaya çalışanlar, yönetimlerden medet umanlar, çocuklarını okutamayanlar, ihtiyaçlarını karşılayamayanlar, borç batağına düşüp kıvrananlar, elin yüzüne bakamayanlar, çarşıya pazara çıkamayanlar, kirasını ödeyemeyip sokağa atılanlar, ya evsizler..? Dilenenler, yurtlarda yaşayanlar.?

İçimiz karadıkça kararmadan, Nasrettin hocaya da kulak verelim. Ne yaparmış yine Hoca Nasrettin..?

” Tasla Ortaya Getirecektim “

“Hoca’yı bütün konu komşu sırayla yemeğe çağırır.

Bir gün, bir hafta, bir yıl derken günün birinde Hoca’nın ahbapları; “Hocam, hep biz sizi yemeğe çağırıyoruz, bir de siz bizi çağırsanız olmaz mı?” deyince Hoca; “Komşular, ben fakir bir adamım, kıt kanat geçiniyorum, ben size vereceğim ziyafetin altından kalkamam.” derse de işin içerisinden çıkamaz ve komşularını davet eder.

Hoca’nın hanımı bu işten rahatsız olur: “Bu kadar adama ne yedireceksin, ne diye eve çağırdın, evde yiyecek hiçbir şey yok.” deyince Hoca, hanımına; “Hanım, sen üzülme, sen bana bir boş çorba tası ver, gerisini merak etme.” der.

Misafirler eve geldikten sonra Hoca boş çorba tasını alır ve onların yanına varır: “Komşularım beni bağışlayın, evde odun yok, yağ yok, pirinç yok… Eğer bunlar olsaydı çorbayı pişirip gördüğünüz bu tasla ortaya getirecektim” der.”

Ha bu gün, ha yarın derken, geçen ömürden. Yoksulluğu yaşamayan, görmeyen, tatmayanın anlayacağı türden değil bu yoksulluk. Yoksulluğun çözümü adaletli paylaşımdan geçiyor. Sosyal adaletin milli gelirin adil dağılmasından geçtiğini idrak etmekten. Parası olanın daha çok paralı, olmayanın daha az, zenginin daha zengin, fakirin fakir, orta gelirlinin kredi çekerek geçinmeye zorlanmasından, bankalar karını kat be kat artırırken nedenlerini sorgulamaktan. İhracat artarken, geçimkarada ne düşer bu sonuçtan demekten. Kazanan kazansın kimsenin gözü kalmasın elbetteki ama kazananda kazandırsın demekte gerek. Çalışanına kardan pay vermek, işine ortak etmekten, kabuğunu kırıp kazanabilmeyi de görmesini gariban çalışanın. Yöneticinin seyirci, çalışanın sızlayıcı hali gözler önünde tutulması gibi. Kimlerin gece gündüz çalışırken kimlerin yükseklere çıktığını. Emeğin değerinin ne demek olduğunu en tepedekilerinde bilmesi gibi. Mesela örneğin diye başlayan dertli işçinin, arzu halini titremeden, ürkmeden, korkmadan, çekinmeden dile getirmesi gibi.

Yıllarca ömür tükettiğimiz vefasız iş hayatının içerisinde, ahde vefayı dahi unutan, burnunun ucundakinden başkasını görmeyen, umursuzları da buradan yad ederken, yoksulluğun neden ve niye ortadan kaldıralamadığını, basit anlatımlarla dile getirmek istedim.

Kimseleri kırmak değil elbetteki amacımız. En büyük derdimiz yoksulluğumuz ve bizlerin nerede durduğumuz. Tüm insanlık nerede durduğunu bilse çözülecek meselemiz. Hep ben ben diyenimiz, ne zaman öğrenecek biz demeliyiz diyenimiz. Emeklilerin halini anlatmıştım bir yazımızda, o da unutuldu, saklı kaldı mazi defterimizde.

İyi niyetlilerimiz olsada içimizde, umutlarımız hep şeker şerbetimizde.Tatlı dilde güleryüzde, mevlaya bakan gönlümüzde, her birimiz bir zekatımız da, yoksula kapa açsa aramızda. Kalmaz ağlayan göz, tutulur verilen söz.

Allah kimseyi açlıkla imtihan etmesin. Kimseyi kimseye yerindirmesin. Kimselere muhtaç etmesin. Hakkaniyetli, adil, kul hakkı bilen, haramı, helali bilen insanlarla karşılaştırsın.

Yardımsever, hakkaniyetli dostlara sevgilerimle.

Güven Gürbüz

06 Ağustos 2022

Şebinkarahisar / Ankara

MEVLADAN ÇARE KULUNA GÖRE.

MEVLADAN ÇARE KULUNA GÖRE.

Hayatımız boyunca karşılaştığımız bir çok çaresizliklerde mevlaya sığınır, çare sende ey mevla deriz. Mevla ne eylerse güzel eyler de deriz. Mevla kuluna vesilelerle verirken çareleri, çare olanda kendini kaf dağında görmemeli. Kendinin de bir vesile olduğunu bilmeli. Belki vesile olmakla kendinin de başka vesilelere kavuşacağını düşünmeli.

Düşüncenin beli ince olur erik dalı gibi fazla asılınca kırılır. Çare olayım derken çaresizliğe de davetiye çıkarabilir bazen. En iyisi mi iyi düşünmek için zamanın, konuşmak içinde mekanın öneminin çok büyük olduğunu bilmeli. Sesli düşüneyim derken bazen dalda ki meyvede düşebilir kafamıza, havada uçan kuşta yapacağını yapabilir. Düşüncenin önemi çareyi bulmakla başlasa da, düşünceyi yoğuracak olgun beyin, içine katılacak dolgun unun, sevgi pınarından suyun, kalp ateşinden odunun, merhametten sacın, dostların nefesinden yelin. Önüne çıkacak keteyi de şekillendirsek gerek. Bizler gerekleri bilsekte, yürekleri pek hesaba katmayız çoğu zaman. Oysaki çare düşünmekle bulunurken, yürekten gelen sese de kulak vermek gerek. Üçüncü göz dedikleri de bu olsa gerek.

Hayat yolculuğunda çoğu zaman, bulamayız alet edavattan. Hepsi ortaya çıkar sonradan. Hesaba katıldığında zarar ziyan, nerden baksan kabahat yolculuğun aksamasından. Bu günden yarınlara senet veremeyiz hayattan. Çıkacağımız bile şüpheliyken yarınlara. Düşünerek atmak varken adımları, düşünmeden atlarız derenin sularına. Ya yağarsa yağmur, akarsa sel. Alimallah halin yaman. En çok sevdiklerimiz pempe gül dağıtanlarımız. En iyilerimiz çok güzel başını sallayıp evet diyenlerimiz. En merhametlimiz karşılıksız verenimiz. En beğendiğimiz hesap kitap nedir diyenimiz. Sana da mı güvenmeyeceğiz deyip al yanaktan öpenlerimiz. Filim bazen istediğimiz gibi bitmez sinema sahnesinde. Senaryoyu yazanlar, hangi dala konanlar bilemeyiz. En iyisi ince düşüncelimiz. Bir bilene sormamız. ne kadarda bilirsen bil, yine bir bileni bul. Akıl akıldan üstün olsa da, akılsızın söylediğide doğru çıkar tesadüfen. Tesadüflere de açık olmak gerek. Bazen tesadüfler yerin dibine de gömer. Yanlış yapanın yanlışı bağdattan döner derseler de kanmamakta lazım, gelirken yolundan da sapar.

Düşünmek ve düşündürmek. Düşünerek çare olmak. Çareyi önce kendimizde aramak. Kendi yaramıza da merhem olmayı bilmek.
Kendi söküğünü tikemeyen terzi çok olsada, elbisenin kumaşı kalitelisiyse düşünmeye doğru karar vermeye itecektir. Ne de olsa karşılığında güzellikler doğacak.

Umudumuz güzellikten yana. Her ne tarafından bakarsak bakalım, güzel gördükçe güzelleştiğini fark edeceğiz. Güzel olmayan yönlerini de iyi düşünerek, iyi hale getireceğiz er veya geç.

Hoca Nasrettin de nur içinde yatsın yattığı yerde. Rahmetle anarken fıkraları ile de yazılarımızı süslemeyi ihmal etmemeliyiz. Ne de olsa her fıkrası, içi dolu fıstık helvası misali. Tadına doyulmuyor, düşünmeden edilmiyor..


” Taşları Bağlamışlar, Köpekleri İnsanın Üzerine Salıyorlar”

Hoca soğuk bir kış günü, eşeğine binerek başka bir köye doğru yola çıkar.

Hoca, köye doğru yaklaştığında köpekler havlayarak üzerine doğru gelince o da savunmaya geçer ve yerde bulduğu taşlara sarılır, fakat taşlardan hiçbirisini yerinden kaldıramaz. Çünkü bütün taşlar buz tutmuştur.

Hoca bir dener, iki dener, fakat kurtuluşun olmadığını anlayınca elini açar ve;

“Allah’ım, burası nasıl bir memleket, şaşırdım. Görmüyor musun, taşlarını bağlamışlar köpeklerini insanın üzerine salıyorlar.” der.

Yar dedik yaren olduk, hep bir sofrada güldük eğlendik. Soframız kelam ile dostlar selam ile yürüsün. Ne kul vefasız, ne dost hayırsız olsun. Memleket için yazdıkça yüzümüz hep güleç olsun.

Sevgi dolu güleç insanlarımıza selam olsun.

Güven Gürbüz

19 Temmuz 2022

Şebinkarahisar / Ankara