DAR BİR MASA. HAYAT ÇOK KISA

DAR BİR MASA. HAYAT ÇOK KISA

Ben küstüm der yarenime. Sözüm geçmez oldu elalemine.
Kim nerelerde dolana? Cevap vermez sorana.
Kumaşı azdır büzülürmü? Dikiş tutmazsa dikilirmi?
Hayat böyledir işte küsülürmü? Arkamız dönülürmü?
İnsanoğlu bilmez kadrini. Tasarruflu harca elindekini.
Bu günün birde olacak yarını. Unutma tut bir kenarını.
Atma bol keseden. Rüzgar eser bir gün kim bilir nereden?
Geçme bilmediğin dereden.Hem gündüz, hem geceden.
Sel olur akarsın. Çamur olur batarsın. Kim sana koşsun?
Birde bakmışsın çulsuz da kalmışsın.Nereden bileceksin?

Hayaller çiçek açar masal diyarında.Her anlatılan gerçek olmaz masada.
Masada, sandalyede. Hepsi kalır bir odada. Arama başka yerde.
Kilidin anahtarı, kim bilir kimlerde? Aklın olsun yerinde.
At üzerinden boş çuvalı. Önüne sermeyecek kimse atlas halı.
Aklı yerinde, ol hafızalı. Unutma sakın gördüklerini.
Ortaya dökme sırlarını. Koru, üzme, unutma sahiplendiklerini.
Sahiplik elde avuçta. Alınteri, el emeği, hep yürekte.
Ne varsa acıda, sevinçte. Terk edip gitme sakın hemen bir günde.
Yarınlar daha çok sırasını beklemekte. İşin sırrı sebat etmekte.

Ne fıkralar dinledik hayatta. Yaslamadık sırtımıza bayata.
Kim, kime, ne dayata? İyi bak, eğrilen, doğrulan surata.
Bu günü var say. Her önüne gelen deme hay, hay.
Geçmez her yerden tranvay. Diyenlerde olacak bay, bay.
Tazelikte her tadın lezzeti.Nefsin iyi olsun niyeti.
Değerli kılalım hayatta izzeti. Şeref ile artar kıymeti.
Dostlar göçer birer, birer.Yazılanlarda bir gün unutulur gider.
Güngelir neler sorar? Hayat insanı çabuk yorar.
Cevap verende bulunur. Bir yalana, bir dolanda katılır.
Kimbilir neler, neler, anlatılır? Nicelerini de kandırır.

Mola verelim arada. Bu haftaki fıkramız da sırada.

O Şimdi de Benim Sözümü Dinlemez

Nasreddin Hoca hayatının bir döneminde Sivrihisar’da kâtiplik yapar.
Bu arada subaşı ile de sürtüşür durur.
İkilinin kavgası o kadar ileriye gider ki birbirleriyle konuşmayacak seviyeye gelir.
Gün gelir, vakit geçer, subaşı ölür. Halk subaşıyı defnettikten sonra Nasreddin Hoca’ya;
“Haydi Hocam, talkını ver.” deyince Nasreddin Hoca; “Bu hiç mümkün değil,
çünkü subaşı benimle küs idi, o şimdi de benim sözümü dinlemez.” der.

Bu günlük bu kadar. Daha sırada neler, neler var.
Uzamasın yazılar. Daralmasın zihinler.
Ufkumuzu açalım. Güzel düşünceler saçalım.
Güzel günlere doğru hep birlikte koşalım.

Güven Gürbüz

08 Eylül 2023

Şebinkarahisar / Ankara

– HAVUZLU BAĞ –

SON ÇEYREKTE

KAZANIM İÇİN ÇALIŞMA – 1

“Hayata gözlerimizi ilk açtığımızda ihtiyaçlarımızı gideren bir ailemiz vardı. Yaşam periyodik gelişim sürecimizde bizlere kazanımların elde edilmesinde çalışmanın, üretmenin, fiziksel ve düşünsel hareketlerle olabileceğini öğretti.

Beyinsel güç, fiziksel güç birbirini tamamlayan iki temel ana unsur olarak gözlerimizde canlanırken, yetişme tarzı, eğitim,öğretim, kültürel, toplumsal etkiler, maddi ve manevi unsurlar hepsi birleşerek bizi bir yerlere taşıyacaktı.

Tecrübe ise en zor kazanım olarak bize son çeyrekte elimizde kalacak bir değer olarak bizimle birlikte de ebediyete intikal edecek. Bu değerin nereler de, nasıl, kimler için önem arz edip etmediği ise bize yolun sonunda sorulacak ve yanıt bulacak veya bulmayacaktı.

1960 ların son yıllarında, Şimdiki portakal çiçeği vadisinde derme çatma gecekondularda yaşayan halkın bir çoğunun elektrik ve su sorunları vardı. Evlerde gaz lambasının altında ders yaparken hayallerimiz dahi yeni gelişmekteydi. Çocukluğun en güzel yanı küçük faydalarımızdan, büyük mutlulukların başladığını anlamakla başladı. Mahallenin büyüklerinin yanında çoluk çocuk hep birlikte evlerimize boyutlarımız ölçüsünde su tedarikçisi olma arzumuz, şen şakrak, güle oynaya, havuzlu bağın yolunu tutmak, ilk büyük heyecanlarımdan olmuştu.

Havuzlu bağ adı verilen bir pınar akardı. Bu pınar Başkentin Çankaya’sı nın Dikmen vadisine inen yüzünde yer almaktaydı. Hatırladığım kadarıyla, dört koldan, kol kalınlığı, buz deryası sular şarıl, şarıl akardı. Çocukken bize anlatılan, Atatürk’ün buraya atını sulamak için geldiği yönündeydi. Katırlarla, eşeklerle, merkeplerle, su satıcıları evlere su götürür, mahalle aralarından sesleri yankılanırdı. ” Suciiiiiiiii….” para ile satın alınırdı.

Çocukluğumda ilk defa Havuzlu bağı gördüğümde hayran kalmıştım. Sırayla herkes kablarının boyutuna göre sularını doldururken, benim taşımaya gücümün ancak yeteceği kadar minicik bir bidon anında dolmuştu bile. Kapağını sıkıca kapatarak dökmeden eve götürebilmenin telaşındaydım. Kadınlar bir yandan tokaçlarla halı kilimleri bir tarafta yıkarken, katırlara ve eşeklere metalik büyük su bidonları yükleniyor, çocuklar pür neşe sevinç saçıyordu. Öğlen vakti yanımızda getirdiğimiz yiyecekleri bir kenarda, ağaçların altında, toplu halde paylaşırken, zengin bir yer sofrasının tadını da tadıyorduk.

Evin yolunu tuttuğumuzda bir hayli yorulacağımı bilsemde, eve su götürmenin dayanılmaz hazzını da tadacağımdan mutlu ve gururluydum. Yol boyunca yapılan şakalarla sularını yere dökenler, birbirini ıslatanlar, yorulup geride kalanlar, birbirine destek olanlar, ağlayanlar, sızlayanlar.. Eve vardığımda Annem rahmetli her ne kadar da güvenilir büyüklerle havuzlubağa gittiğimi bilsede merakta kalmamış değildi. Akşam havuzlubağın suyundan ancak bir demlik çay pişirebilmiş olsada, o çayın verdiği tad, küçük bir çocuğun getirdiği büyük bir mutluluk kaynağıydı.” Aman benim oğlumda büyümüşte…su getirmişte.., aman, aman..çayını içeceğizde.” diye severdi.

Kazanım böyle bir şeydi. İlk kazanımımdı. Süresi ve ölçütü değildi önemi yüksek olan, verdiği mutluluk, sevilme, övülme, takdir, vs..adına ne derseniz deyin oydu işte.

1953 yılında Şebinkarahisar’dan, bir kütük kamyonunun sırtında Başkente göçen gurbetçilerden sadece bir tanesi olan babamın, gençlik yıllarının, ( dünyada sadece üç ay yaşamda kalan rahmetli abim Tuncay’dan sonra) ikinci meyvesi olan ben’in bir anısı olarak zihmimde kalanlardı bu satırlar.

Vadiden akan açık kanalizasyon deresinin kokusu yok şimdilerde. Annem rahmetlinin hasta olduğunda evimize yağan yemeklerin sahibi komşularımızın en güzel paylaşımcılıkları. Kıyametlerin koptuğu sahnelerin ardından birbirleri ile barıştırılan, sarmaş dolaş yaptırılan dostlukların sahipleri, bir çoğu şimdilerde hayatta olmasalarda, maddi yokluğun içindeki manevi zenginlerin dünyasında kazanımların ne demek olduğunu öğrenmiştik.

Tenekeci Halime abla, Arnavut Fikriye teyze, otobüs biletçisi, Kamil bakkal, Annesi ölen Kenan, vs..vs..vs..

Tarihin derinliklerinde kalan onlarca anıların arasında;

İpek böceklerimiydik? dut yaprakları.
Zamanı tüketerek ördüğümüz ilmeklerin arasında kaybolduk.
Nani nerede kaldı? desekte, kaybolmuştu ördüğümüz ipekten örtümüz.
Dokular değişsede, kokular burnumuzda.
Her nefes alışımızda zaman acele ediyor gitmek için.
Nefesimiz kadar tutamadığımız zaman, hediyesini yüreğimize hapsetti.

Bir yazının içerisinden ifade ettiği anlamı, şimdilerde çoğu küçümsese de, kazanımdan bahisle söz konusu olan değerlerin doğuş çizgisinin nerelere uzadığı ve bırakacağı izlerdir.

Bizler kazanımın; Mutluluğunun salt maddiyattan değil, paylaşımcılıktan ve onun verdiği sevgi ve mutluluğun ne anlam içerdiğini, ruhsal dünyamızın zenginliğine ne kattığını, ruhsal anlamda da mutlu kalmayı nasıl başardığımızın, canlı sahnelerini, bir sinema şeriti gibi yaşadık.

Son çeyrekte; kazanımlar anlamında anılarla dolu yılları yad edeceğim.

Sevgiyle kalın.

27 Mart 2021

Güven Gürbüz – Ankara