BİR BÜTÜN, HEPSİNDEN ÜSTÜN

BİR BÜTÜN, HEPSİNDEN ÜSTÜN

Toprağında, taşında, memleketin ahvalinde, yollarında izlerinde, muhtarlar mecliste.

Bir haberdir gelmiş, yolu,izi,toprağı, suyu, geçim dünyası, birde sızı.

Kolaymı memleketin dağlarından, taşlarından, bayırından, düzünden, aşıp gelmesi.

Burası Ankara, diğeri Şebinkarahisar. Kalesinden şanlı bayrağını sallar, Başkentin yolunu tutar.

Ne demişler, ne söylemişler, kimler dinlemişler, bilenler bilmişler. Bildiğimiz geldiğiniz.

Köylerinden bir haber, sılasından neler söyler. Her gün eser bu rüzgar.

Islığında dağlar, sessizliğinde sazlıklar, gürül gürül gürül gürleyen akarsular.

‘Arzu halimizi eyi söyleyin hemi..’ derler.

Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, diyeceğimiz o’dur ki;

Memlekete fayda gelsin. Ne söylerseniz söyleyin. Söyleyene değil söyletene bakın derler ya hani, o’iyi bilir.

Elbette hizmet beklenir. Sözler çoktur, biri birine eklenir. Memleket insanı sizlerden çok işler bekler.

Dursun göçler. Kesilmesin pınarlarından akan sular. Sadece yazın değil kışında açık kalsın yollar.

Dursun artık heyelanlar. Düzelsin kıvrım, kıvrım,yollar. Susuz kalmasın bağlar, bahçeler.

Açılsın tüneller. Ekilsin tarlalar, biçilsin otlar. Boy, boy, başak atsın arpalar, buğdaylar.

Aç kalmasın zemheride ineği, danası, düvesi, koyunu, keçisi.

Çoktur anlatacaklarınız velhasıl. İnşallah anlatmışsınızdır.

Hayırlarla hasıl olsun, anlattıklarınız yerini bulsun. Sizi dinleyenler unutmasın. Memlekete vefa borçlarını hatırlasın.

Kafa sallamayla değil, icraatla, koşmayla, el uzatmayla, yardımlaşmayla, nihayete ulaşmaya vesile ola.

Bize yazmak, kalem ile deftere düşmek. Çiçek gibi açıp, vazoda güzel görünmek değil maksat.

Suladıkça bahçesinde büyütmek, tohumdan tohuma, toprağa düşüp yayılıp çoğalmak.

En hasıdır tohumun çoğaldıkça çoğalanı. El üstünde bulunmalı kıymeti değeri.

Arzu hale tercüme, sakın söylemediler deme. Bu gün yarın olacak, her sabah yeni güne uyanacak.

Hakikat resmini doğa ana birlikte çizecek.

Kimi bakacak, kimi bakıp geçecek, kimi durup düşünecek, kimi hak verecek, kimi görmezcilikten gelecek.

Bir şeylerde vardır ki hep söylenecek. Hayır ile kalkan eller, hayır ile niyaz edecek.

Yediğimiz midemize, verdiğimiz ruhumuza. Hak yolunda niyazımıza.

Çare ile vesile olan kavuşacak elbet gönüller hazinesine.

Her biri kıymetlidir verilen emeğin. Ziyan olmasın hiç bir zamanın.

En büyük hazine, akıp giderken mazisine, zaman sahip çıkacak geleceğin mirasına.

Hem baba, hemi ana, yetiştiren değer verir cana.

Ne solsun, ne bitsin, geleceğe şimdiden aldığın nefes, kulaklara fısıldayacak sesin olsun.

Memleket için atan kalpler her zaman yerini bulsun. Hatırlansın. Unutulmasın.

Kıymet verdiğimiz, değer bildiğimiz, ziyan olmasın emeğimiz.

Bir yanda; ‘Ektiğimiz, biçtiğimiz nohut, şehre gelip leblebi oldum’ diyenimiz.

Bir yanda; kadir kıymet bilenimiz. Eksik olmasın çoktur hatır sayanımız. Sizler her zaman var olunuz.

Hoca Nasrettin nerede diye de olur soranımız. Bu haftada yerini alsın yazımızda, ne dersiniz.?

Çekirdeğiyle Tarttı

Hoca pazardan bir okka hurma alır ve evine gelir. Akşam olunca da hanımıyla birlikte yemeye başlarlar. Hocanın hanımı bir de bakar ki, kocası hurmaları çekirdeği ile birlikte yiyor.

Bunun üzerine Hoca’ya dönerek; “Efendi, hurmayı çekirdeğiyle mi yiyorsun?” diye sorar.

Hoca bu soru karşısında; “Elbette çekirdeğiyle yiyorum, çünkü pazarcı bana onu çekirdeğiyle tarttı.” diye cevap verir.

Bizlerde anlarsak bir değeriz. Değerlerimizi de iyi bilmeliyiz. Sahip çıkmalı. Öncü olmalıyız.

Böbür yok, kıymet çok olmalı. Burnuyla su içenden fayda gelmez deriz.

Onlarda aramızdan çıkanlarımız. Yolunu bulmalıyız, iyi huy ile ıslah olmasını dilemeliyiz.

Ne tepeden bakmalı, ne hor görmeli. Alçak gönüllü mütevazi olup küçük düşürmemeliyiz.

Ha bu gün, ha yarın. Toprak olacak sonumuz.

Toprağın verdiğini, suyun suladığını, tohumunu, çiçeğini, meyvesini, sebzesini, bilmeli kıymetini.

Hep bir bütün hepsinden üstün. Kim kime küskün.

Hayat kısa, ömür çile, gelecek varsa ele, yaptıklarınla sana.

Kalın sağlıcakla,

Güven Gürbüz / 23 Ekim 2022

Şebinkarahisar / Ankara

DEĞİŞİMİ YAKALAMAK

DEĞİŞİMİ YAKALAMAK

İnsanoğlunu ayakta tutan; Psikolojik alanı ruh dünyasını, hormonlarının işlevliği bedensel alanı, düşünce dünyasındaki yolculuğu ise zihinsel alanı etkileyedursun. Varlığının gayesinde yatan hayata tutunma hedefi, zamana ve mekana göre farklılığa yol açsada, hepsi bir biriyle entegre döngü içerisinde evrimleşerek değişimi yakalayacak. Değişimi yakaladığındaki sonucu ise olumlu veya olumsuz topluma da aksedecek. Toplumsal kurallar ve uygulamalar yol haritasını şekillendirmede etken olsada, içinde bulunduğu toplumdaki farklılıklarda göz ardı edilmeyecek. Gelişim bireylerin olgunluğu ile toplumu da şekillendirecek. Hep o’özlem duyduğumuz mazimizde kalan sevgisel bağların muayyenliği ise sadece kimbilir anı olarak sadece hafızalarda yaşatılacak.

Bizler sadece sevdiklerimizle bir arada olmayı yeğlesekte, sevmediklerimizle de bir arada yaşamayı öğrenmek, sevmesekte saygı duymak durumundayız. Saygı ile açılan kapıdan giren, diğer kapıdan da sevgiyle çıkar. Kazanan yine sevgi olacaktır. Bizlere atalarımızdan miras kalan en büyük değerdir. Yaşatmasını bilmek kadar yaşamasını da sağlamalıyız. Her davranışımız bizim şeffaf duvarımız. İçinde sevgiyi barındıran kolaylıkla aşar. Saygıda kusur etmeyen kapısını kendisi açar. Toplumsal yaşamın vageçilmezi hoşgörü ve anlayışta kapıda sırasının gelmesini bekler. Saygının önünü açmadığı hiç bir yol hoşgörü ve anlayışa ulaşamaz. Toplumsal kurallar her ne kadarda emirsel boyuta soksada, zihinde biten her olay insanda şekillenir. Eğitim ve öğretiminde mutlak unsur oluşu bundandır. Ağaç yaş iken eğilir sözü ise çocuklarımıza küçük yaşlarda sevgiyi ve saygıyı aşılamanın önemini izah eder.

Söylediğimiz her söz yolunu söyleyiş şeklimize göre algılansada, adına uslub dediğimiz tarz da arada bir parmağını kaldırıp söz almak ister. Son sözü değil aslında ilk sözü iyi usluba vermek gerekir çoğu zaman. Çünkü anahtar esas onun elindedir. Yüzümüzdeki mimikler, suratımızdaki gülümsemeler, dilimizdeki tatlı sözcükler, hepsi anahtarlığın içinde dizilidirler. Açacağımız kapı onların selametindedir. İyi sözler kapıyı açarken, ya kötü sözler; İnatçılık ve aksilikle yola gelmeyen, köprü üstünde karşılaşan keçiler misalidirler. Onlar aslında köprüden geçmek isteyenlere de engel teşkil ettiklerini dahi idrak edemeyeceklerdir. Oysaki iyi bir uslubla şekillenmiş saygı en büyük davetiyeyi sunar. Onu vermek kadar almakta önemlidir.

Nasrettin Hoca’nın da yol kenarından seslendiğini duyar gibiyim.

Yine ne anlatmış bizlere, kulak verelim hele…

‘Daha Ne Kadar Gitmemi İstiyor?

‘Bir gece vakit ilerleyince Hoca ile hanımı odalarına çekilirler. Biraz sonra hanım seslenip; “Hoca Efendi, biraz öteye gidiver.” deyince Hoca da cübbesini sırtına aldığı gibi sokağa çıkar.

Epeyce yürüdükten sonra sabaha karşı bir tanıdığı ile karşılaşır.“Hocam, hayırdır, sabahın köründe nereye böyle?” deyince Hoca;“Vallahi komşu ben de bilmiyorum. Yalnız senden bir ricam var, bizim eve git ve hanıma bir sor, bakalım daha ne kadar gitmemi istiyor.” der.’

Her kafadan bir ses beynimizde yaratır bir kafes. Bazende tek bir ses çağrıştırır olur derinden bir nefes. Öylesine üfler ki bilinmez nerede durması gerek. Söylemeye ne hacet, bilinir ki mana hecede, gecede değil. Bunun olmasına gerek yok bir bilmece. Aklına gelmeli düşününce. Sormalı kendine aklı selimce. Çözmesini bilmeli bir biri, diğerine dolaşınca. Her ipin ucu bir yerde uzunca, ben buradayım deyince tutmalı narince, çözülür her bilmece. Akıl ve şuur bir arada büyür. Büyür de bir bakmışsın sormadan da küçülür. Büyüdüğünde sorun olmasada, küçüldüğünde durup düşünmek gerekir. Hayatımızın acı gerçekleri derinden etkilese de bizleri, öğütlenir hep insanoğluna yenik düşmemeleri.

Hayatın her karesinde, sevgide, saygıda hep bir üstünde yer alan, hoşgörülü, samimi, içten gönülden, tüm sevecen hemşehrilerime,

Sevgilerimle, Saygılarımla…

Güven Gürbüz / 13 Ekim 2022

Şebinkarahisar / Ankara

NE OLACAK. ŞÜKÜR BULACAK

NE OLACAK. ŞÜKÜR BULACAK

Şükür ile meshederiz bam tellerimizi. Şükür ile niyaz eder, kanaat ile sabreyler, mutlu ederiz kendimiz kendimizi. Ruh dünyamızda huzur bulan gönül nidalarımız derin uykularımıza vesile olur. Uyandığımızda yine şükreyleriz hayata gözlerimizi açtığımıza. Yaradana sığınmak kadar kolay ne var şu yalan dünyada. Geçmişten günümüze baktığımızda ecdata, çağların zorluktan geçtiğinden bu yana kolaylığa, şükretmenin önemi artıkça artar anlayana.

Doyumsuzluk sarmışsa, aç gözlülük boy atmışsa, kilerini cimrilikle doldurmuş, paylaşmayı unutmuş, gözü doymamış, başkasına da göz dikmişse. Şükür nedir unutmuş, insanlığını kaybetmişse, ne söylenecekse onu söyleriz fütursuza.

Ahvalimizi dile getirmektir nihayetinde her sözümüz. Cihanadır bir garip içimizden hükmümüz. Kendimize isyanımız, içimizdeki hislerimiz, titreyen gönül tellerimiz. Yazarsakta, çizersekte, bulamayız yoktur çoğu zaman okuyup, işleyenimiz. Velakin uzun lafın kısası, en narini, en hassası, el yordamı, kulak kıvamı içimizde pişirdiğimiz gönül kahvemiz. Ne kadar çok olursa gönül soframız, o kadar çok aşınır kapımız. Sevgiyi büyütmek kadar, yaşatmakta önemli şükür ile oturup, şükür ile kalkmak edamız. Bizleri bizlerden iyi bilen yaradanımız. Bizler anlamasakta onun yaptığı gönül imtihanımız. Elimiz, ayağımız, gözümüz, kaşımız, hep bir ahenkle söylediği gönül türkümüz. Onunla ağlayıp, onunla gülsekte, bazen görmezcilikten gelip arkamızı dönsekte, yüzümüze yansıyacaktır kusurumuz, kabahatimiz. Hüdayadır niyazımız. Ne istersek ondan isteriz. Şükretmeyide bir kenarda hiç bir zaman unutmamalıyız.

Yazımızın içinde yol yol olur, gider yine hoca Nasrettini bulur. Nasrettin hocada ne bulunur. Her dediği okunur. Bu haftaki yazımızda yer alan fıkramız;

” Elbette Eşekle Birlikte Ben de Kaybolacaktım

Günün birinde Nasreddin Hoca eşeğini kaybeder. Bunun üzerine Hoca’nın bütün eşi dostu toplanarak kaybolan eşeği aramaya başlarlar. Bu arada Nasreddin Hoca bir taraftan eşeğini ararken bir taraftan da; “Çok şükür ya Rabbi! Çok şükür ya Rabbi!” deyip durur.

Bu sesi işiten Hoca’nın dostları; “Hocam, eşeği aramaya başladığımızdan beri ‘çok şükür ya Rabbi! Çok şükür ya Rabbi!’ deyip duruyorsun, bunun sebebi nedir?” diye sorunca Nasreddin Hoca; “Bu soruyu niçin sorduğunuzu anlayamadım. Bunu bilmeyecek ne var, eşeğin üzerinde
olmadığım için şükrediyorum.” der.

Hoca’nın dostları merakla bir defa daha sorarlar. “Pekiyi, eşeğin üzerinde olsan ne olacaktı?” deyince Hoca, bir şey olmamışçasına;
“Efendiler, bunu bilmeyecek ne var, elbette eşekle birlikte ben de kaybolacaktım.”

Bazen endişelerimiz, bazen korkularımız, huzursuz ederse düşüncelerimiz. Bulamazsak, sırtını dönmüş hissedersek etrafımız, çevremiz. Bir kat daha artar iç dünyamızdaki sarmalımız. Baktığımızda göremediğimiz etrafımız olur sonunda karanlığımız. Kapı açılıpta geldiğinde aydınlığımız olur bizlere umut kapımız. O kapının kapanmasını bir daha hiç istemeyiz.

‘Bin nasihatten bir musibet yeğdir’ derlerya atalarımız. Bitmez hayattan alacağımız derslerimiz. Gülmeyi, neşelenmeyi, umut ettiklerimize kavuşmayı, kavuştuğumuzda da şükretmeyi ihmal etmemeliyiz.

Özlü olsun, sözlü olsun. Sözümüz gönülden olsun. Yalandan seveni, dolandan geleni, menfaati yarar, çıkarı kar sayanı, hayatımızda yeri olmamalı. Ne demiş Mevlana; ‘Hak yolunda hakikate varmak sözle olmaz. İnandığını yaşamakla olur.’

Mutluluğu kapının önünde değil peşinden koşarak yakalarız. Az şikâyet çok şükür seni mutluluğa götürür dedikleri gibidir.

‘Şükür, nimet çeşmesinden içmektir.’ diyen, buna inanan tüm gönül dostlarına,

Şükür ile nasipleriniz, kısmetleriniz bol olsun.

Güven Gürbüz / 08 Ekim 2022

Şebinkarahisar / Ankara