Bir pınar’ın gözesinde buz tutar. Sıcak bir el görse erir benim yazılarım. Dolar, boşalır kürün’ün içine, ordan taşar yine sığmaz kabına, ince bir dere olur, söğüt ağaçlarının arasında kendine yol açar. Akar, akar, Yol üstünde, bir dikili taş üzerinde sebildir yazar Şu karşıki dağlarda doğmuştur.
Konuk olmuştur bazen bir garibin sofrasına Kimi gün bardak içinde, kimi gün avuç içinde. Hayat değirmeninde dönmüş, aktığı yer bir gün beş yıldızlı otelin teras katı olmuş, bir bardak rakıya karışmış. Güldürmüş kimilerini. Bazen kahkahaya boğmuş, bazen bir de bakmışsın gözde yaşa dönüşmüş geçen yıllara isyan edercesine..
Hor görmüş kimileri, karıştırmış sayfalarını, mürekkep dökülmüş üzerine, Kurumuş. yine de okunmuş.
Karıştırmışlar sofralarını bazıları, Biz demir kaşıkla yarışırken, sende nereden çıktın tahta kaşıkla diye.. Yarış zannetmişler.
Korkmayın. Benim yazılarım yarışmaz, yarışamaz Yarışmak için yazılmaz..
O’nun Öz ve öz bir dayısı bile olmadı Kaldı ki ayısı Olsaydı bir dayısı, sağlam olurdu arkası.
Vefa beklemedi hiç bir dostundan, dostluktan vefa bekleseydi çekmezdi cefa
Tek geldi bu dünyaya.. Ne bacısı, Ne gardaşı, olmadı hiç birisi de.
Dalıpta rüyaya kaçmadı yalana, riyaya. Okusun okuyabildiği kadar sadece sevenleri yeter.
Boyalı mankenler gibi sahnede dolaşamaz benim yazılarım. O kadar güzel bacakları olmadı hiç.
Makyajsız yetişir baskıya benim yazılarım. Hor görmesin kimse de.. Olsun. Kıbarlık adına gerdan süzmeye de gerek duymadı hiç.
Olduğu gibi göründü, Göründüğü gibi oldu.
Mevlana’nın dediği gibi;..”Ne insanlar gördüm sırtında elbisesi yok, Ne elbiseler gördüm içinde insan yok”
Kemençenin yayı gibi incedir, ince Kopar vidasından, yine tutar. Kin gütmez kimseye. Anadolu ezgilerinin eşliğinde dökülür Kılıçkaya barajının durgun sularına benim yazılarım.
Bir Fatih’in otağ kurduğu memleketine çok yazar. Bir de kendi gibi sazdaki püsküle değil, agızdan çıkan güzel sözlere değer verenlere.
Çoktur dostu, arkadaşı, hemşehrisi.. Onlar yeter ona.. Salt onlar için yazsa yine yeter.
Kimi garib insanlardır. Bir gülücüğe mest olur. Sırtını sıvazlar.. Yeter onundur o an dünyalar. Kimi arkadaşı milletvekili oldu. Kimi doktor.., Kimi avukat, Kimi mühendis. Kimi tüccar Sonuçta insandır hepside Benim yazılarım, senlerin yazıları, Yazsa hep yazılmaz denilenleri. Ayırmasa insanları senler, benlerle, Dost ve kardeş olsa hep yazdıklarımızla. Farklı olsa da sırtımıza giydiklerimiz, Bir gün aynı yerde buluşacağız. İşte o gün hepimiz aynı elbiseyi, yakasız gömleği giymeyecekmiyiz?
Bir buğulu gözden kafiye olup dökülen yazılarım. Dünyanın öbür ucundaki akrabasına klavyeden ses verdi.. Saz verdi, söz verdi, selam verdi.. Rüşvet diye almadılar. Kırılmadan yazdı yine de Oysaki onlarda çoktan uymuşlardı sisteme, kaybolup gitmişlerdi lüx dünyalarında. Gelde yazma dedi..Benim yazılarım, gelde yazma.. Dedemin bir sözü geldi hemen aklıma.. “..Ektiğim biçtiğim nohut..Şehre geldin de oldun mu leblebi..”
Benim yazılarımda rahat durmaz, yine bir hikaye anlatır;
Yıllardır birbirini hiç görmeyen iki arkadaş memlekette karşılaşmışlar. Sarılmışlar birbirlerine. Şaşırmış dona kalmışlar. Birinin sılada geçmis ömrü, diğeri gurbette.
Gurbetten gelen sormuş;
– Nasılsın.. iyi misin, Nasıl halin vaktin iyi mi, keyfin nasıl ?
Sıladaki başlamış anlatmaya;
-Ne olsun Allaha şükür halim vaktim yerindedir, yıllardır çalıştım, didindim, birşeyler yaptım evlerimiz arabamız oldu. İki de kızım var. Ama okumadılar. İkisi de hayırsız çıktı. Biri evlendi kocası hapiste, öbürünün de kocası içkici çıktı, hergün geçimsiz. Beni de yıldırdılar. Neydelim kader böyleymiş..
-Eeee anlat bakalim nerelerdeydin bu zamana kadar sen ne yaptın, Ne iş gördün? Biriktirdin mi birşeyler yaptın mı?
Gurbetten gelen başını hafif öne eğmis;
-Ben bir birikim yapamadım, Ne arabam oldu, ne evim.. Allaha şükür iki mercedesim oldu. Çalıştığımı, kazandığımı ogullarıma harcadım. İki oğlum var. Büyüğü okudu hakim oldu.
Küçükte geçen yıl makine mühendisi olarak işe başladı.. Allah izin verirse büyük oğlum yardım edecek. Emekli de oldum. Memlekete yerleşeceğiz hanımla.
Kıssadan hisse; Çocuklarımızı yetiştirelim. Onlar için çaba harcayalım.
Bir gün yazılarım bitecek dostlarım..
Benim yazılarım işte..
Kimi gün memleketin kendi şivesi olur, anlatır toprağınıi taşını. Kimi gün alafranga olur, oturaklı.. Kimi gün alaturka.. Kimi sözler eskidir..Çarıkla, potin, gibi ayrılır hemen. Kimi virgül noktanın yerini alır, kimi ünlem soru işareti olur..İdare edin işte. Bir gün bunlarda olmayacak belki..Duygu da yüklü, satırda kifayet etmesede.
Son satırlarımı yazarken Sene1984 de askerlik yaptığım Tatvan’da Vangölü kenarında yazdigim, satırları ilave etmeden geçemeyeceğim.
Görmeden Yaşamak,
Öğrenmeden bilmek,
Ağlamadan gülmek,
Nasıl ki mümkün değilse,
Acıyı tatmadan rahatı,
Çileyi çekmeden emeği,
Hasreti yaşsamadan sevgiyi,
Bilmek mümkün değildir.
Saglıcakla kalın
Güven Gürbüz, 07 04 2003-Çankaya-Ankara 12:34