Mektup yazdım nağme, nağme,
Satırlarda hayırsızlara gelde değme,
Garipte kalsan yine boynun eğme,
görme, bilme, söyleme.
Suskunluğun isyanın olsun.
Kalemin kurşun. Gönülden vursun.
Atasının öğüdüne, ağacına, söğüdüne,
eşiğine, beşiğine kahredeni,
gönül merdiveninde soluksuz bıraksın.
Fanidir bu dünya fani, değişir mi derlerdi kırk yıllık kani,
vatanında memleketine cani,
solmaz sanır bir gün teni.
Düşmez kalkmaz bir allah, bir gün çeker alır yallah.
Ettiği ah, söylediği vah.
Gittide gül gibi bitti derler eyvaaahhh..
Akraba dediğin azletmiş gönül defterinden kitabını,
bir kenara tepmiş hısmını
Gönlü gibi kilitlemiş kapısını,
Kimseler tanımasın diye yapısını,
kaldı ki tanır mı artık seni, beni..
Ey allahın ruh ile bedeni,
çabuk unutursun, onun emanetini,
bir deri, bir de kemiğini,
su ile doldurmuş, güneşin altında bir de bakmışsın soldurmuş.
Anlarsın belki bir gün fani olan sadece değil insanoğlu,
bir de üzerinde yükü mülk ile malı..
Karıncalar, börtü böcek, bıraktıklarını değil sadece,
senide kemirip, tüketecekler..
Bir çift güler yüze hasret gittiler,
Kimileri yoksullukla mücadele ettiler,
kimileri hanlar hamamlar diktiler..
Sonra kara toprağa sarıldılar, yar dediler.
İsyan etmediler, kibirlenip hor görmediler.
Bizim köylüler..
Aralarında Hasanlar, Hüseyinler, Fatmalar, Fadimeler..
bir türkü söylediler..
Şu dağlarda taş olsaydım olsaydım, yıkık perişan olsaydım olsaydım..”
“Yine arar, bulurmuydun beni, beni…Sahipsiz mezar olsaydım..olsaydım..”
Hadi be derbeder gönüller, bu yük size ağır geldi.
Herkesin derdi, kendini gerdi.
Bir verdin, bin aldın, Soysuzlara kul oldun.
Unuttun ecdatını beş kuruşa tamah ettin..
On kuruşa sevgisini sattın..
Yan gelip yattın..Camlardan baktın..Çok canlar yaktın..
O’da bir kul idi… Hatasını anladı…
İki satırı yazılsın diye mezartaşına miras bıraktı…
“Mal sahibi, mülk sahibi… Hani bunun ilk sahibi…”
Güneş balçıkla sıvanmıyor…
Sanmaki gönül durgunlaşınca, coşmayıda arzulamıyor…
Deryalarda söz, söz, söz olur… Çağlar dalgalar dizgin olur..
Kayıklara tutunur… Vapurlara yapışır…
Yunus balığının kuyruğunda cennetin kapısına da ulaşır…
Hayallerini yüksek tut… kim bilir büyüdükçe, yırtar kabuğunu yürütür.
ses ile saz ile söz ile, kalem ile defter ile çoğaltır…
Çoğalan, çoğalanana, çoğalanı görür yaradan..
Satırlarda yoruldu nefesim, daraldı bazen can kafesim…
Bülbül misali uçmak istedi..Suluğunda suyunu, tellerinde boncuğunu, tırmaladı…
O da anladı… Zaman denilen kavram
yaşadıkca var insanoğluna, bittiğinde zaman, aman, aman,
işte o zaman görür yaradan…
İncitmeden, kırmadan, üzmeden, büzmeden, alır yanına,
senin aklına dahi gelmeden..
Hayat dediğin dört mevsimlerle yolculuk…
Büyür gider kendiliğinden çoluk, çocuk…
Yazdıkça atılır yorgunluk…
Bir demlik çay ile, ağaç gölgesinde serinledik…
Hem söyledik, hem dinledik…
Yarenlerimiz sağolsun, hep okunsun…
Sen okundukça varsın…
24.05.2008 Ankara – Çankaya – Güven Gürbüz