PAYLAŞMASINI BİLMEK

Kafasını eğdi önüne. Mendilini çıkarttı sildi gözlerini.
Park’ın içindeki çam ağaçları pekde yeşil duruyordu.
Heveslendi bir an, bir küçük taş aldı eline, dalda ötüp duran minik serçeye attı..
Bir kanat çırpınışla havalandı, inat bu ya..tam ayağının dibine kondu.
Pek de gevrek bir simit almıştı, çıkarttı çantasından ufaladı attı önüne..
Sevinçle havalandı minik serçe, tekrar kondu yere,
..derken atılan simit parçacıklarını sonradan gelen serçelere kaptırıverdi.
illaki o serçe kapsın diye atıyordu, inadına… önüne..,
velakin o attıkça simit parçacıklarını, diğer serçeler kapıyordu önünden.
Simit tükenmişti avuçlarının içerisinde. Ayağa kalkmasıyla bütüüünn serçeler dağılıp gittiler. Yine parkta tek başına, daldı hayaller dünyasına!…
“Hayatta böyle değilmidir?” dedi.
Biri sever bir atar önüne, biri gelir, bin olur,
hepsi birden kapar, ilk gelene yine bir şey kalmaz.

Yorulmuştu işyerinde koşuşturmacadan.
Kolay değildi kuaförde çırak olmak.
Her gün, her bir kadının her dediğine koşmak, akşama kadar “eveett efendim, elbeeeeet efendim, tabiikii efendim…”demek.
Kadının biri bahşiş vermiştide bu gün, patronu görünce çaktırmadan yan gözle bakmıştı,
“vay haiiin..” dedi içinden..”kadına da pekde keserek bakıyordu namussuzzz”
“Ah ulan be.. ah.. işte okumakta varmış…Okusaydım belki büyük adam olurdum bee..”
“neyineydi o zaman senin bu keş gözlü patronun ağız kokusunu dinlemek,
sonra o cadoloz kadınların kıvıttırarak konuşmalarına eveeettt efendim. demek”
O kadar da haksızlık yapma dedi kendi kendine..
iyileride yokmuydu aralarında? Vardı elbeet ama kaç tane…?

Yolda gelirken kendi yaşlarında emsali arkadaşı Ali Rıza’yı gördü.
Suratı morarmıştı soğuktan.
Köftecinin önünde durdu. Pekde acıkmıştı karnı..
Elini soktu kot pantalonun bozuk para cebine..
Saydı Bir lira 50 kuruş çıktı..Rıza’da gevrek gevrek gülerek sokuldu yanına..
Köftecide açmış radyonun sesini sonuna kadar..
” Yeşil Ördek gibi daldım göllere,
Başım alıp gidem gurbet ellere,
Ne sen beni unut, ne ben seni!…”
İçi burkuldu bir an.. iki emsal açtı kolları sardılar boyunlarına..
Sonra birer ekmek arası köfte yaptırdılar, oturdular tahta sehpaların üzerine.

Köftecide bir yandan iki kafadara bakıyor içinden neler..geçiyordu neler,,
Beyninde fırtınalar kopuyordu..Kendi gençliği geldi aklına..
Küçükken köylerinde göller vardı..oralarda her gün yüzerlerdi..
Anneleri azık çantalarına fırın kurusu denilen ekmekten kordu.
Sonra onları su ile ıslar zevkle yerlerdi…
Sonra ?şakalaşırlar birbirleriyle göl sularının içinde güreş tutarlardı..

iki kafadar köftelerini yemişler ayağa kalkmışlardı.
“Kaç para..” diye sordu..Ali Rıza..
Hüseyin atıldı..”Dur ben vereyim” dedi.
Köfteci koltuklarına aldı her ikisinide..Saçlarını okşadı..
“BENDENSİNİZ” dedi..

Ayakkabısının topuğu çıkmıştıda, tek çiviyle tutturuvermişti.
idare etsin diye..
Yürürken batıyor, canıda çok yanıyordu..
Bir kaldırımın kenarında, vurdu ayakkabıyı hızla yere..
Topuk ayakkabıdan ayrıldı.. iki arkadaşta yolun sonunda el salladılar birbirlerine..
Kaybolup gittiler sonra, büyükşehir’in metrosunda…

” Güzel günler göreceğiz çocuklar.” diyordu şair..
“Motorları maviliklere süreceğiz..”

Ha bu gün ha yarın derken bir ömür tükendi, bitmeeez denilen acıların içerisinde..
Kimileri aldı gitti..dönüp bakmadı bir daha..
Kimileri satt? gitti..ne mal dedi, ne mülk dedi, ne dost dedii..
Hepside büyüdü Ali Rıza, ve Hüseyinleer gibi..
Şimdi büyükşehirlerin metrolarşnda yüzlercesi..
Maziden kalan tek bir gün dahi çiçek açmadş dalında..
Yine aynı kuşlar,,,
Hüseyinlerin simit parçasını atmasını bekliyor yine başka serçeler,
Bir insanoğlu simit parçası atsa, bizde kapsak diyee…
Yokluğun gözü çıksın varlığından gözü dönmüşlerle birlikte…
Hayat verdiklerini almaz kimilerinden, ama vermezde istedikleri mutluluğu.
Paylaşmasını bilmedikten sonra..

Güven Gürbüz

01.01.2005  Ankara Çankaya..

Bir cevap yazın