GELEN VARLIKTAN GİDEN DARLIKTAN OLSUN

GELEN VARLIKTAN GİDEN DARLIKTAN OLSUN

Yoksulluğun kapısında bulunmaz zili. Bakar gelip geçeni. Ne anlar el elin halini. Doldurduğunda fileni, hayretle bakar göreni. Ne sen beni söyle, ne ben seni. Değiştiremedi kimseler yoksulluğun kaderini.

Gözü doymazlar, kapı baca tanımazlar. Varsa yoksa onlar. El açıp her gün ” Rabbena hep bana…”derler. Kimi hancı, kimi yolcu, içindeki bitmez sancı. Nereye baksan hepsi yalancı. Varsa sende, yoksa onda. Emeğinden öte yok harcanacak, oysaki var olanda merhamet kalmayınca, ha bu gün, ha yarın, kanmayın sakın. Sencede bence, bencede sence. Hayat bir bilmece. Hangi sorunun yanıtı çıkar altını deşince.Dokunma keyfine hepsi yalan, Zulme kapı aralayan, yoksulu kapıya koyan, yedikçe doymayan, kulu kula kul yapan, sonu yok, adaletsiz yaşam, koparır kimini hayattan. Yoksulluğun görünmeyen yüzünü, kim söylerse ona dönerler arkasını.

Güçlünün yanında, varlıklının arkasında, elinde, eteğinde, yakasında, paçasında, yalakalığın fiyakasında, kim bunlar deseniz onlar tuzu kurular. Onlar yoksulu tanımazlar. Tanısalarda tanımazlar. Menfaatsiz işe koşamazlar. Hayır, dua, şefkat, merhamet, boşuna anlat. Nerde kaldı zekat. Gelde birde yoksula bak. Ne haber yaparlar, ne dönüp bakarlar. Ceplerine üç beş kuruş konanlar, gittikleri sokağı değiştirirler.

Günümüz şartlarında yaşam mücadelesi içerisinde zorluklara göğüs germeye çalışanların halinden kimler anlayacaklar? Paylaşımcılığın bittiği, yardımlaşmanın tükendiği, insanın insana yüz çevirdiği, makam, mevki, para, pul, çıkar, menfaat uğruna birbirinin kuyusunu kazdığı. Aldatmaca, kandırmaca, yalaka, iki yüzlü, sahte dostlukların kol gezdiği ortamlardan beslenenlerin kişiliklerin sahnelerde dolaştığı günümüzde, kim kime adilim, hakkaniyetliyim, iyi niyetliyim, doğruyum, dürüstüm diyecek merak etmiyor değiliz. Oysaki bizler yoksullun meramını kime anlatacağız?

İnsan insana dost, insan insana el uzatan, insan insanın halinden anlayan, komşusu aç iken tok yatmayan, vs.vs. nerelerde bulacağız..? Büyük şehirlerin karmaşasında fark edilemeyenleri, üstü örtülüp geçilenleri, bakışları ile horlayanları, hakir görenleri, fark etmiyeceğiz de neyi fark edeceğiz..?

Yoksulluğun ayak sesleri sadece büyükşehirlerden değil taşrada da hissedilmiyormu..? Kaderine terk edilmiş nice insanlar ne ile geçiniyor acaba..? Yardımlarla ayakta durmaya çalışanlar, yönetimlerden medet umanlar, çocuklarını okutamayanlar, ihtiyaçlarını karşılayamayanlar, borç batağına düşüp kıvrananlar, elin yüzüne bakamayanlar, çarşıya pazara çıkamayanlar, kirasını ödeyemeyip sokağa atılanlar, ya evsizler..? Dilenenler, yurtlarda yaşayanlar.?

İçimiz karadıkça kararmadan, Nasrettin hocaya da kulak verelim. Ne yaparmış yine Hoca Nasrettin..?

” Tasla Ortaya Getirecektim “

“Hoca’yı bütün konu komşu sırayla yemeğe çağırır.

Bir gün, bir hafta, bir yıl derken günün birinde Hoca’nın ahbapları; “Hocam, hep biz sizi yemeğe çağırıyoruz, bir de siz bizi çağırsanız olmaz mı?” deyince Hoca; “Komşular, ben fakir bir adamım, kıt kanat geçiniyorum, ben size vereceğim ziyafetin altından kalkamam.” derse de işin içerisinden çıkamaz ve komşularını davet eder.

Hoca’nın hanımı bu işten rahatsız olur: “Bu kadar adama ne yedireceksin, ne diye eve çağırdın, evde yiyecek hiçbir şey yok.” deyince Hoca, hanımına; “Hanım, sen üzülme, sen bana bir boş çorba tası ver, gerisini merak etme.” der.

Misafirler eve geldikten sonra Hoca boş çorba tasını alır ve onların yanına varır: “Komşularım beni bağışlayın, evde odun yok, yağ yok, pirinç yok… Eğer bunlar olsaydı çorbayı pişirip gördüğünüz bu tasla ortaya getirecektim” der.”

Ha bu gün, ha yarın derken, geçen ömürden. Yoksulluğu yaşamayan, görmeyen, tatmayanın anlayacağı türden değil bu yoksulluk. Yoksulluğun çözümü adaletli paylaşımdan geçiyor. Sosyal adaletin milli gelirin adil dağılmasından geçtiğini idrak etmekten. Parası olanın daha çok paralı, olmayanın daha az, zenginin daha zengin, fakirin fakir, orta gelirlinin kredi çekerek geçinmeye zorlanmasından, bankalar karını kat be kat artırırken nedenlerini sorgulamaktan. İhracat artarken, geçimkarada ne düşer bu sonuçtan demekten. Kazanan kazansın kimsenin gözü kalmasın elbetteki ama kazananda kazandırsın demekte gerek. Çalışanına kardan pay vermek, işine ortak etmekten, kabuğunu kırıp kazanabilmeyi de görmesini gariban çalışanın. Yöneticinin seyirci, çalışanın sızlayıcı hali gözler önünde tutulması gibi. Kimlerin gece gündüz çalışırken kimlerin yükseklere çıktığını. Emeğin değerinin ne demek olduğunu en tepedekilerinde bilmesi gibi. Mesela örneğin diye başlayan dertli işçinin, arzu halini titremeden, ürkmeden, korkmadan, çekinmeden dile getirmesi gibi.

Yıllarca ömür tükettiğimiz vefasız iş hayatının içerisinde, ahde vefayı dahi unutan, burnunun ucundakinden başkasını görmeyen, umursuzları da buradan yad ederken, yoksulluğun neden ve niye ortadan kaldıralamadığını, basit anlatımlarla dile getirmek istedim.

Kimseleri kırmak değil elbetteki amacımız. En büyük derdimiz yoksulluğumuz ve bizlerin nerede durduğumuz. Tüm insanlık nerede durduğunu bilse çözülecek meselemiz. Hep ben ben diyenimiz, ne zaman öğrenecek biz demeliyiz diyenimiz. Emeklilerin halini anlatmıştım bir yazımızda, o da unutuldu, saklı kaldı mazi defterimizde.

İyi niyetlilerimiz olsada içimizde, umutlarımız hep şeker şerbetimizde.Tatlı dilde güleryüzde, mevlaya bakan gönlümüzde, her birimiz bir zekatımız da, yoksula kapa açsa aramızda. Kalmaz ağlayan göz, tutulur verilen söz.

Allah kimseyi açlıkla imtihan etmesin. Kimseyi kimseye yerindirmesin. Kimselere muhtaç etmesin. Hakkaniyetli, adil, kul hakkı bilen, haramı, helali bilen insanlarla karşılaştırsın.

Yardımsever, hakkaniyetli dostlara sevgilerimle.

Güven Gürbüz

06 Ağustos 2022

Şebinkarahisar / Ankara

Bir cevap yazın