AKLINA GELEMEMEK

AKLINA GELEMEMEK

Uzak bir yol hikayesidir gidiş ve dönüşler. Memlekete uzanan eller, taşına toprağına konan kanatlar, ılık, ılık yağan yağmurlar misalidir. Bahane yaratmak sebep, Şahane demek kısmet, gidipte görmemek nasip demektir çoğu zaman.

İçimizdeki heyecan bitmiş, umduklarımız kırıklığımız, bulduklarımız hüznümüz, duyduklarımız acımız olursa çokta yoktur söyleyeceklerimiz. Hayat değirmeninde bir oyana, bir bu yana, gel sende kendini oyala, diyenlerimiz oldukça daha çoktur düşüneceklerimiz.

Yeğenimin dünyaevine girişinde yanında olmak üzere memlekete doğru yola koyulduğumuzda;

Bize yollarda eşlik eden manzaralara baktıkça, mazide kalan seyrüseferlerde bir, bir, canlandı zihnimizde. Karda, kışta, hüzünde. Mutlulukta. Hepsi bu yollarda. Ağaçların gölgesinde, gazellerin arasında, türkülerin ortasında kaldı hatıralarıyla ömürden giden seneler.

Memleketin sorunları değil çoğunun umurunda.

Yaşamın kıyısında yüzen balık misali, ürkek hayaller, oltanın ucu hep iğneli. Gaye tutunmaksa yaşama gerisi bahane. Şahane olan mutlu kalmayı başaran. Çok düşünmemek, kafayı fazla kurcalamamak, kendi haline bırakmak, akan su misali hayalleri ve yaşattıklarımızı.

Fazla söze gerek yok demek lazım çoğu zaman gerçekler su yüzünde dans ederken. Gecenin karanlığında kaybolan hayaller bastırdığı yerde kalmalı uykunun, dalmalı hiç uyanmayacakmış gibi derinleştikçe derinleşen uykularımız arasında.

Sahne yine aynı, oyuncular aynı nakaratta. Kimini arayıpta bulamassın sokak ortasında. Kimi çayda, çırada, kimi halayda, horanda. Kimi kaybolmuş tozda dumanda, kimi gördüğünde kaçanda, kimi duyduğunda köşe bucakta.

Şehrin daracık yolları araçların işgalinde. Kimi kapatmış sağı solu, kimi unutmuş yaşlıyı çocuğu. Bir çevre yolu bile yok. Garipliğin resmini çizsen bu kadar olur dercesine kaldırımların çıkardığı sesler. Bu türküyü daha öncede dinlemiştik derken mekanlar, sazıyla sözüyle eşlik eder yalnızlığına kaderin.

Şebinde olmak mutlu kalmak, herşeyi kafandan bir bir atmak. Zamana odaklanmak, ana bırakmak, bazen görmemek, bazen duymamak, bazen tatmamak. Zaman kendi kendini galip idare ederken, yenileri, yenilerden, yenilere, yolllardan yol açan yaşam, bir çok unutulmuşlukları da hatırlatmayı pekte yeğlemeyecektir. İyi kalan iyiler hep vardılar, ya sonradan kötü olanlar. Onlar aslında her zaman olacaklar. Önemli olan bazende önemsiz kalan. İşte onu bulan büyük keşfi yapan. O aklı o zihni fazlasını da yapacaktır olduğundan. Görüntüden resme bakmak değil, resmin içinde yer alanı anlamaktır gerçek olan.

Çok konuşanlar, ortalıkta dolaşanlar, boy boy resimler atanlar, reklama kaçanlar, sosyal medyada boy atanlar, karelerde en çok yer alanlar, boş olduklarını anladıklarında, dolularda bir gün yerini alacaktırlar. Kim öle, kim kala. Konan her dala, beğenmez olursa beğendiği dalı. Kurutmamalı asırlık ağaçları. Ahte vefa dururken, bir anlık sefa ile olmamalı heba.

Hoca Nasrettin’den bu hafta neler var demeden, yazımızda da, anlamlı, manalı yerini almalı.

Kürsüden İnmek de mi Aklına Gelmiyor?

Hoca, günün birinde vaaz etmek için caminin kürsüsüne çıkar, fakat bir türlü konuşamaz.

Sağına döner, soluna döner, tavana bakar, cemaate bakar ve; “Ey cemaat, görüyorsunuz, birkaç dakikadır düşünüyorum ama size söyleyecek bir söz aklıma gelmedi.” der.

Bu sırada Hoca’nın oğlu da kürsünün önündeymiş, başını kaldırır ve babasına; “İlahi baba, kürsüden inmek de mi aklına gelmiyor?” deyiverir.

Ne diyelim bizim çok bilmişler elbetteki çok iş göreceklermişler. Göremeyenlere ne diyeceklermiş. Fıkralarımız örnek olsun. ne diyelim. Bu günü de yarına bırakalım. Kırmayalım, incitmeyelim, güleryüzü ihmal etmeyelim. Fazla söz bıktırır, az söz anlamlandırır. Özünde varsa balın reçelin, o kadar çok sevenin. Birde sofran zenginse işte ona ne denir?

Allah selamete erdirsin akıbetini cümlesinin.

Selametle kalın.

Güven Gürbüz

28 Ağustos 2022

Şebinkarahisar / Ankara

GELEN VARLIKTAN GİDEN DARLIKTAN OLSUN

GELEN VARLIKTAN GİDEN DARLIKTAN OLSUN

Yoksulluğun kapısında bulunmaz zili. Bakar gelip geçeni. Ne anlar el elin halini. Doldurduğunda fileni, hayretle bakar göreni. Ne sen beni söyle, ne ben seni. Değiştiremedi kimseler yoksulluğun kaderini.

Gözü doymazlar, kapı baca tanımazlar. Varsa yoksa onlar. El açıp her gün ” Rabbena hep bana…”derler. Kimi hancı, kimi yolcu, içindeki bitmez sancı. Nereye baksan hepsi yalancı. Varsa sende, yoksa onda. Emeğinden öte yok harcanacak, oysaki var olanda merhamet kalmayınca, ha bu gün, ha yarın, kanmayın sakın. Sencede bence, bencede sence. Hayat bir bilmece. Hangi sorunun yanıtı çıkar altını deşince.Dokunma keyfine hepsi yalan, Zulme kapı aralayan, yoksulu kapıya koyan, yedikçe doymayan, kulu kula kul yapan, sonu yok, adaletsiz yaşam, koparır kimini hayattan. Yoksulluğun görünmeyen yüzünü, kim söylerse ona dönerler arkasını.

Güçlünün yanında, varlıklının arkasında, elinde, eteğinde, yakasında, paçasında, yalakalığın fiyakasında, kim bunlar deseniz onlar tuzu kurular. Onlar yoksulu tanımazlar. Tanısalarda tanımazlar. Menfaatsiz işe koşamazlar. Hayır, dua, şefkat, merhamet, boşuna anlat. Nerde kaldı zekat. Gelde birde yoksula bak. Ne haber yaparlar, ne dönüp bakarlar. Ceplerine üç beş kuruş konanlar, gittikleri sokağı değiştirirler.

Günümüz şartlarında yaşam mücadelesi içerisinde zorluklara göğüs germeye çalışanların halinden kimler anlayacaklar? Paylaşımcılığın bittiği, yardımlaşmanın tükendiği, insanın insana yüz çevirdiği, makam, mevki, para, pul, çıkar, menfaat uğruna birbirinin kuyusunu kazdığı. Aldatmaca, kandırmaca, yalaka, iki yüzlü, sahte dostlukların kol gezdiği ortamlardan beslenenlerin kişiliklerin sahnelerde dolaştığı günümüzde, kim kime adilim, hakkaniyetliyim, iyi niyetliyim, doğruyum, dürüstüm diyecek merak etmiyor değiliz. Oysaki bizler yoksullun meramını kime anlatacağız?

İnsan insana dost, insan insana el uzatan, insan insanın halinden anlayan, komşusu aç iken tok yatmayan, vs.vs. nerelerde bulacağız..? Büyük şehirlerin karmaşasında fark edilemeyenleri, üstü örtülüp geçilenleri, bakışları ile horlayanları, hakir görenleri, fark etmiyeceğiz de neyi fark edeceğiz..?

Yoksulluğun ayak sesleri sadece büyükşehirlerden değil taşrada da hissedilmiyormu..? Kaderine terk edilmiş nice insanlar ne ile geçiniyor acaba..? Yardımlarla ayakta durmaya çalışanlar, yönetimlerden medet umanlar, çocuklarını okutamayanlar, ihtiyaçlarını karşılayamayanlar, borç batağına düşüp kıvrananlar, elin yüzüne bakamayanlar, çarşıya pazara çıkamayanlar, kirasını ödeyemeyip sokağa atılanlar, ya evsizler..? Dilenenler, yurtlarda yaşayanlar.?

İçimiz karadıkça kararmadan, Nasrettin hocaya da kulak verelim. Ne yaparmış yine Hoca Nasrettin..?

” Tasla Ortaya Getirecektim “

“Hoca’yı bütün konu komşu sırayla yemeğe çağırır.

Bir gün, bir hafta, bir yıl derken günün birinde Hoca’nın ahbapları; “Hocam, hep biz sizi yemeğe çağırıyoruz, bir de siz bizi çağırsanız olmaz mı?” deyince Hoca; “Komşular, ben fakir bir adamım, kıt kanat geçiniyorum, ben size vereceğim ziyafetin altından kalkamam.” derse de işin içerisinden çıkamaz ve komşularını davet eder.

Hoca’nın hanımı bu işten rahatsız olur: “Bu kadar adama ne yedireceksin, ne diye eve çağırdın, evde yiyecek hiçbir şey yok.” deyince Hoca, hanımına; “Hanım, sen üzülme, sen bana bir boş çorba tası ver, gerisini merak etme.” der.

Misafirler eve geldikten sonra Hoca boş çorba tasını alır ve onların yanına varır: “Komşularım beni bağışlayın, evde odun yok, yağ yok, pirinç yok… Eğer bunlar olsaydı çorbayı pişirip gördüğünüz bu tasla ortaya getirecektim” der.”

Ha bu gün, ha yarın derken, geçen ömürden. Yoksulluğu yaşamayan, görmeyen, tatmayanın anlayacağı türden değil bu yoksulluk. Yoksulluğun çözümü adaletli paylaşımdan geçiyor. Sosyal adaletin milli gelirin adil dağılmasından geçtiğini idrak etmekten. Parası olanın daha çok paralı, olmayanın daha az, zenginin daha zengin, fakirin fakir, orta gelirlinin kredi çekerek geçinmeye zorlanmasından, bankalar karını kat be kat artırırken nedenlerini sorgulamaktan. İhracat artarken, geçimkarada ne düşer bu sonuçtan demekten. Kazanan kazansın kimsenin gözü kalmasın elbetteki ama kazananda kazandırsın demekte gerek. Çalışanına kardan pay vermek, işine ortak etmekten, kabuğunu kırıp kazanabilmeyi de görmesini gariban çalışanın. Yöneticinin seyirci, çalışanın sızlayıcı hali gözler önünde tutulması gibi. Kimlerin gece gündüz çalışırken kimlerin yükseklere çıktığını. Emeğin değerinin ne demek olduğunu en tepedekilerinde bilmesi gibi. Mesela örneğin diye başlayan dertli işçinin, arzu halini titremeden, ürkmeden, korkmadan, çekinmeden dile getirmesi gibi.

Yıllarca ömür tükettiğimiz vefasız iş hayatının içerisinde, ahde vefayı dahi unutan, burnunun ucundakinden başkasını görmeyen, umursuzları da buradan yad ederken, yoksulluğun neden ve niye ortadan kaldıralamadığını, basit anlatımlarla dile getirmek istedim.

Kimseleri kırmak değil elbetteki amacımız. En büyük derdimiz yoksulluğumuz ve bizlerin nerede durduğumuz. Tüm insanlık nerede durduğunu bilse çözülecek meselemiz. Hep ben ben diyenimiz, ne zaman öğrenecek biz demeliyiz diyenimiz. Emeklilerin halini anlatmıştım bir yazımızda, o da unutuldu, saklı kaldı mazi defterimizde.

İyi niyetlilerimiz olsada içimizde, umutlarımız hep şeker şerbetimizde.Tatlı dilde güleryüzde, mevlaya bakan gönlümüzde, her birimiz bir zekatımız da, yoksula kapa açsa aramızda. Kalmaz ağlayan göz, tutulur verilen söz.

Allah kimseyi açlıkla imtihan etmesin. Kimseyi kimseye yerindirmesin. Kimselere muhtaç etmesin. Hakkaniyetli, adil, kul hakkı bilen, haramı, helali bilen insanlarla karşılaştırsın.

Yardımsever, hakkaniyetli dostlara sevgilerimle.

Güven Gürbüz

06 Ağustos 2022

Şebinkarahisar / Ankara