Sabaha kadar hiç gözünü yummazdı.
Bahçedeki küçük kulübesine ziyaretine gelenlere merhaba demeyi de ihmal etmezdi. Ev sahipleri çok iyi insanlardı. Onu henüz daha yavru iken sokaktan kurtarmışlar, bütün şefkat duyguları ile sahiplenmişlerdi. Bazen salarlardı gece sokaklara, komşularıyla sabahlara kadar cirit atardı. Çocuklar konuşurlarken duymuştu; yakında gecekonduları yıkmak için geleceklermiş. Sonra biz ne yaparız? diyorlardı. Yani kendi dertlerine düşmüşlerdi. Ya bu evler yıkılınca sahipleri nerelere göçeceklerdi? Acaba bir daha kendisine bakacaklar mıydı? Yoksa kaderine mi terk edeceklerdi? Sokak köpeği mi olacaktı? Sahiplerinin en küçük ferdi Mıstık, adını Garip koymuştu. Çünkü o sokaktan bulunmuş, eve getirilmiş, darmadağın bir ailenin ferdiydi. Sokaktan geldi, tekrar sokağa mı dönecekti?
Bir kedinin acı acı miyavlamasına kulak kabarttı. Mıstık bir ciğer parçası attı, kedi kaptığı gibi sıçradı bir yana. Nerelere uçtu anlayamadı, Vay nankör dedi kendi kendine. Günde 16 saat uyurlar, gözleri açıkken de yiyeceği kaparlar. Mıstık yavaş yavaş geldi, Garip in yemek kabına kuru ekmeği doğradı, yemek artıklarını da üstüne döktü. Sofradan artan kemik parçalarıyla süsleyip, önüne uzattı. Hiç iştahı yoktu Garip in. Anlamıştı duygularını, inceden inceye bir sızı kapladı içini. Mıstıkın da neşesi yoktu. Kokladı yemek kabını, hoşuna da gitti dumanına doğru burnunu uzatması. Ama yine de yiyemedi, zorla dilini sürdü, yaladı bir kaç kere, olmaz dedi. Mıstık başını okşadı Garipin. Bir yandan seviyordu bir yandan da kulaklarının arkasını kaşıyordu. Hoşuna gitti Garip in.
-Küçük garibim büyüdün artık. Bu mahallenin de sonu gelmek üzere. Yıkılacak bütün dört duvarlı mekanlar. Dikilecek kocaman binalar. Senin sonun ne olacak bilemiyorum ama, seni inan çok seviyorum. Garip, garibim benim
Mıstık ın gözlerinden süzülen yaşa dayanamayan Garip, ellerini, yüzünü yalamaya başladı. Kuyruğunu dik tutmaya çalıştı. Ölüm yok ya sonunda demek istedi. Nerden diyecekti? Mıstık ile bakıştılar bir zaman. O anlamıştı çoktaaan ne demek istediklerini. Yemek kabını uzattı, Hadi ye dedi Mıstık. Garip güzelce karnını doyurdu. Mıstık annesinin incecik sesi ile irkildi.
-Mıstık oğlum.. Hadi artık yemeğe. Garip i de doyur gel artık eve Mıstık Garip in zincirini çözdü.
-Hadi bu gece gez dolaş biraz, arkadaşlarını özlemişsindir, dedi.
Garip zincirinin çözülmesi ile kendini sokağa attı. Sokakların bini bir yerde, koş babam koş. Soluk soluğa, nefes nefese. Sonra yoruldu. Kaldırım taşlarının üzerine serdi kendini. Sokağın başında arkadaşlarından Fındık ı gördü, havladı bir kaç sefer. O da onu görünce seke seke geldi yanına. Bir bacağı topallıyordu, üstelik kanamıştı biraz da. Koklaştılar bir müddet. Fındık durmadan yaralı ayağını yalıyordu.
Gecenin ilerleyen saatlerinde bir meyhanenin önünden geçtiler. Müzik sesleri sokağa taşıyordu. Bir kadını kolundan çeke çeke götürüyorlardı. Götürenlerin de ayakta duracak halleri yoktu. Yolun bir başından kocaman bir araba, uzun farlarını yakmış geliyordu. Araba sağa sola sallanıyordu. Garip Fındık yolun kenarına çık diye havladı var gücüyle. Araba önce kadını götüren adamlara çarptı, Fındık da tekerlerin altında kaldı. Fındık ın yanına geldiğinde, Fındık ölmüştü. Koşa koşa evin yolunu tuttu, bahçe çitlerinden hopladı, kulübesine girdi.
Sabah Mıstık ın arkadaşı Emre ile konuşmalarını duyunca kulübeden başını uzattı.
-Mıstık dün akşam mahallede vukuat olmuş. Trafik kazası canım, sarhoşlara araba çarpmış. Hani bizim mahallede bir sarı köpek vardı ya..
-Tamam bildim Fındık.
-He ya, o da tekerlerin altında kalmış.
Aradan iki gün geçmişti…
Mıstık o akşam yine saldı sokaklara Garip i. Garip in gözleri, linyit kömürü dumanının genzini yakan sisi içerisinde, mahalle aralarında Fındığı aradı. Yıkık bir gecekondunun duvar arkasından kötü kokular geliyordu burnuna, biraz daha ilerledi. Yerde kilim parçası gibi bir şey vardı, eşeledi tırmıkladı biraz. Sokak lambasının loş ışığı aydınlatıyordu yüzünü. Oydu bu, Fındık! Gömmeye bile gerek görmemişti insanoğlu, bir poşet parçası gibi atılmıştı buraya. Etraftan bulabildikleriyle örtmeye çalıştı üstünü; ama ne kadar daha örtebilirdi? Nasıl can taşır bu insanoğlu? dedi kendi kendine. Benim de sonum böyle olacak ha… Benim de sahibim olmasa, bende böyle ha… Bu gece biraz daha açılmalıydı. Biraz daha tanımalıydı etrafı, biraz daha. Bir büyük caddeye ulaştı, arabalar vızır vızır işliyordu. Ürktü iyiden iyiye; Ürkme dedi kendine Kuyruğu dik tut!. Güzel bir apartmanın önüne geldiğinde arkasından atılan kocaman bir taş yanından geçti. Kuyruğunu çekti kaçtı.
Bir taş, bir taş daha. Kapıcısıydı apartmanın, arkasından küfürler savuruyordu. Bir duvar arkasına zor attı kendini. Bahçedeki çimleri yoldu dişleriyle. Başına ağrılar girmişti. Kıvrıldı bir müddet, daldı gözleri… Fındık ile gezerlerdi de hiç bu taraflara yolları düşmezdi. O mahallesini çok seven bir köpekti, uzaklara hiç gitmedi. Kendi mahallesinin insanları bile, onu toprağa gömmeye tenezzül etmemişlerdi. Gözlerinden akan yaşlar ön ayaklarının üzerine patır patır damlıyordu.
Bir uğultu sesine kulak kesti. Karşıki apartmanın giriş katındaki dairenin penceresinden geliyordu. Yavaş yavaş süzüldü. Korkuyordu artık her şeyden. Ürkek ve çekingen, camın kenarına vardı. Aman Allahım, o da ne? dedi. Rüya olsa iyi, prenses gibi güzel bir dişi köpek, süslümü süslü! Hev hev dedi… Bizimki durur mu, kocaman bir Hav! patlattı. Camdaki köpeğin sahibi duysa gerek, cama geldi hemen; kalın perdeleri çektiği gibi prenses de içeride kaldı. Hemen uzaklaştı oradan, hem koşuyor, hem düşünüyordu. Aman Allahım neydi o öyle? Tam bana göre bir dişi köpek… Bir daha nasıl görürüm? Acaba sahipleri sokağa çıkarır mı ki? Aklı başından gitmişti Garip in, ama o adı üstünde Garip. Farz et ki sokakta gördü prensesi, sahibi taşlamaz mıydı? Hiç yanaştırır mıydı yanına? O mis gibi şampuanlarla yıkanan, kokular sürünen bir dişi köpek. Garip ise üstünde pireler uçuşan, yağmur suyu ile yılda üç beş kez yıkanan bir köpekcikti.
Sabah olmuştu…
Garip mahallesinin yolunu şaşırmıştı. Koştu dört bir yana ama bir türlü evinin yolunu bulamıyordu, yorgunluktan bitkin düşmüştü. Kocaman bir çöp tenekesinin yanına uzandı, bir müddet dinlendi. Bir kaç el silah sesi duydu. Hemen fırladı yerinden, yüksekçe bir yere çıktı, etrafa baktı. Bir de ne görsün, belediye yetkilileri köpekleri vuruyordu. Ellerinde silahlarla köşe kapmaca oynuyorlardı sanki. Hemen bir binanın bodrum katına daldı, çıkmadı bir kaç saat. Sonra yavaşça sokağa döndü geri. Mahallesinin yolunu çıkartmaya başladı. Caminin önündeki yol tam evlerinin oraya çıkıyordu. Tam yaklaşmıştı ki, insanların ellerinde taşlar, her birinin bir tarafa koşuşturduğunu gördü.
Kocaman bir greyder yolun başını tutmuş geliyordu; arkasında belediye, polis ekipleri… İnsanlar yollara barikat kurmuşlar direniyordu. Aralardan sıyrıldı, evlerinin bahçesine daldı. Kulübesine baktı, baktı, baktı… Mıstık koşarak geliyordu kan ter içinde, hemen eve daldı, Garip i görmedi bile.
-Baba… Anne… Belediyeciler geliyor Evlerimizi yıkacaklarmış! Hepsi sokaklara döküldü… Garip kulübesine girdi. Çıkmıyorum işte… Gelsin burada öldürsünler beni, hiç olmazsa buraya gömerler… dedi.
Kulübenin içerisine gelen bağırtıları gürültüleri duymuyordu bile. Kapandı dünyasına, duymadı hiçbir sesi… Mahallenin bir tarafı uçmuştu. Yarın yine geleceklerini söyleyip gitti belediyeciler. Olaylar çıkmış, bazılarını da hapse atmışlardı..
Akşam üzeri Mıstık yemeğini getirdi Garip in.
-Bana bak Garip im, belki bu, sana vereceğim son yemek olacak kim bilir. Belki yarın bizim evi de yıkacaklar. Belki kulüben olmayacak bir daha. Belkii… Belkii
Garip in içini iyiden iyiye sızılar kapladı. O gece diğer köpeklerle beraber sabahlara kadar uludular. Her akşam erkenden kapanan evlerin ışıkları bu akşam hiç kapanmadı. Yok olan evlerin boş kalan alanlarında ise enkazı toplamaya çalışan insanların gölgeleri gezmekteydi. Bu gölgelere uyku yoktu. Ya diğerlerine var mıydı? Onlar da biliyorlardı, yarın sıra onlara da gelecekti…
Sabah olunca Mıstık ın babası bütün aileyi bahçede topladı… Bir kamyon geldi yolun kenarına, eşyalar yüklendi önce. Mıstık ın babası memlekete göçmeye karar vermişti artık. Büyük şehirlerin kaderi değişmez dedi… Bir yandan da ağlıyordu, ama hissettirmeden…
-Hadin bakalım çocuklar, dedi.
Kazma kürek, ev yıkıldı… Odun parçaları, biraz kiremit kamyonda yerini aldı. Belediye yıkım ekipleri geldiğinde, ev çoktan yıkılmıştı. Belediye Ekipbaşı şaşırmıştı… Mıstığın babasına sarıldı…
-Sağol hemşerim, bizim de görevimiz bu ne yapalım. Sizlerin değil kabahat belki, insanları bu hale getiren kötü kaderin bir oyunu.. Allah senden de razı olsun, dedi.
Mahalleliyle vedalaştılar…
Kimi kamyonun üstüne çıktı, kimi bir yerlerine sıkıştı… Ya Garip ne olacaktı? O garip bir köpekti zaten, heyecandan kalbi yerinden fırlıyor, ortalıkta cirit atıyor, çırpınıyordu. Mıstık ı arıyordu gözleri. Mıstık en çok ona bakandı, öbürleri bıraksa da Mıstık onu bırakmazdı. O her akşam ona yemek getirirdi, okşardı onu… Hem geceleri de sokağa salardı arada bir.
Üstelik de konuşurdu onunla, bilirdi ne hissettiğini.
Kamyon hareket etti, gidiyordu. Mıstık arabanın en önünde oturuyordu. Mıstık! diye bağırmak istedi. Havlıyordu durmadan, havlıyor, havlıyor… Mıstık kamyonun camından uzandı.
-Garip seni almaya geleceğim sonra, bekle tamam mı!.. Birden içeri çekti annesi Mıstıkı. Kafasına da şaplağı yemişti.
Kamyonun egzozundan çıkan simsiyah duman boğdu mahalleyi… Gitmişti artık sahipleri. Uzak diyarlara, kim bilir nerelere. Kamyonun arkasından koşsa da kavuşamamıştı, nefesi yetmedi tıkandı kaldı bir yerlerde. Önce Fındık gitti, dedi; sonra hepsi… Yıkık evin enkazında dolaştı kuyruğunu sallaya sallaya…
Artık sokak köpeği olmuştu. Apartmanların çöplüklerini eşeliyor, buldukları ile karnını doyuruyordu.
Bir akşam, bir sürü köpeğin akınına uğradı mahalle. Tek başına mücadele edemedi, her tarafı yara bere içinde kaldı. Ayağının üzerine zor basıyordu, birkaç gün dolaşamadı mahalleyi. Çöplükten ekmek aramaya da çıkamadı. Zayıf ve bitkin haldeydi, gözlerine çapak dolmuştu. Yabancı çocuklar da gelip taşlıyorlardı üstüne üstelik. Artık ölmek istiyordu. Ölsem de kurtulsam artık dedi; Nedir bu insanlardan çektiğim?
Bir köpeğin şapır şupur kulağının arkasını yalamasına uyandı. Bitkin halde yatarken gözlerini hafiften açtı. Bir de ne görsün? Bir akşam üzeri cam kenarında gördüğü prensesti bu. Hemen her tarafını kokladı. O da onun her tarafını kokladı. Biraz sonra ayrılıp kocaman bir kemik parçası ile yanına gelen prenses, Garip i yanına alıp topallaya topallaya evlerinin olduğu semte götürdü. Prensesi kapıda Gariple oynarken gören sahibi merhametli adam çıktı. Garip i tedavi ettirdi, karnını doyurdu, tekrar sokağa saldı.
Garip yine bir gün evlerinin olduğu yerin enkazında gezinirken, bir kamyon adam geldi. Greyder çukur açtı; belliydi ki buraya da apartman dikilecekti.
Aradan aylar geçti…
Apartman bitmiş, artık sahiplerinin taşınma zamanı gelmişti. Akşamları, şantiye binasının yanında, amelelerin yaptığı derme çatma bir yerde yatıyordu.Bir öğlen vakti bir kamyonet geldi apartmanın önüne. Bir de ne görsün, Mıstık kapıda şantiye şefine bir şeyler soruyordu. O da parmağı ile işaretler yapıyordu. Hemen fırladı yattığı yerden, Mıstıkın kucağına hopladı. Durmadan elini ayağını, yüzünü yalamaya başladı. Mıstık da şaşırdı, hemen kucakladığı gibi kamyonete attı.
Garip ile uzun bir yola koyuldular. Şehir dışında bir yere geldiler, Mıstık Garipi arabadan indirdi… Ev halkı da Garip i görünce şaşırdı, hiç tahmin etmiyorlardı. Herhalde Garip artık o mahallede değildir diyorlardı. Oysa ki o, mahallesinde sahibinin bir gün çıkıp gelip kendisini götüreceğini düşlüyordu. Garip sevincinden yerinde duramıyordu… Kulübesi bile hazırdı. Mıstık ona güzel bir kulübe yapmıştı. Hem de eskisinden daha büyük…
Garip artık yuvasına kavuşmuştu. Sahipleri onu kaderine terk etmemiş, yine sahiplenmişlerdi. Çevremize baktığımızda Garip gibi yüzlerce sahipsiz köpekler rastlarız. Onların da hayvan hakları olduğunu hiç birimiz bilmeyiz. Oysa ki onların da dili olsaydı neler anlatırlardı neler Yine de anlayan insanlar yok mu? Elbette var; ama ne kadar?
14 Şubat 2004 Ankara, Çankaya
Güven Gürbüz
24.03.2004