Emeğin Rengi

Güneş tutulmuştu. Ay ise akşamı beklemekteydi. Güneş patrondu. Kimi zaman ısıtır, kimi zaman kavururdu ortalığı. Ay ise yanında yağdanlık gibi, onun ışığını o olmadığı zamanlarda güya yansıtır. Olsa ne farkederki, ışığı yine güneşten. Yorgun, argın gelmişti iş yerinden, bir yudum sıcak çayı içerken dahi göz kapakları yavaş,yavaş kaymaktaydı sonsuzluğa kayan yıldız gibi. Güneş patronuydu, elini oğuştururdu akşama kadar, yetmezdi yinede ona. Az, az bu para az, nasıl vereceğim sizin maaşınızı der, koltuğa gerilirdi. Dalmıştı gözleri. Rüya değildi sanki, tekrar işyerine dönmüştü zihni. Ve bir gün yeter beeee…diyip haykırası geldi. Ama o patrondu, nasıl derdi…

Eğdi boynunu yana,sus dedi kendine, gömdü sözlerini toprağın dibine. Emeğin rengi neydi, dedi kendi, kendine. Ve düşündü Buğday sarısı olsun, yok yok bulutlarınki, o da olmazdı o da mevsimlere uyar renk değiştirirdi. Ve düşündü emeğin rengi, zaten kendi rengi değilmiydi. Güneşten yanmış, kavrulmuş.

Gözlerinden ışık saçtığını gördü. Zengin olsaydı bir gün, lacivert takım elbise. Bir de o biçim kravat, fena olmazdı ama ne derdi o zaman diğer emekçi kardeşleri, yoksa sendika ağasımı oldun Len. Boş ver istemem zengin olmayayım dedi. Birden gözlerini açtıki, çay üstüne dökülmüştü. Küçük dakikalarda yaşadıkları, ve buram, buram tüten hayalleri, parça, parça idi.
Uyan dedi kendine, Çaresizlik çare değildi. Öğrenenden öğrenmek olmalıydı amacı, ve yine o amaç uğruna katlanmalıydı ağız kokularına. Gecelerini kattı, gündüzüne. Yıllar resmini çizdi yüzüne, bir gün birde bakdıki, ayaklarının üstünde daha yeni durabilmişti. Emeğin rengi demekki ayakta durabilmekti. Dimdik ayaktaydı ama, beden tükenmişti. Ne yapsın.
Yorgun ayaklarını uzattı üçlü koltuğa. Seslendi küçük oğluna.” Bir yudum su ver hele oğul” dedi. Su geldi, iki yudum içildi. Sert bir yastık istedi başucuna.
Başını yavaşca dayadı. Oğlu tekrar yanına bir şey diyecektim baba dedi.
Babadan ses yok. Baba sana dedim dedi. Elini dokundu koluna. Yuvarlandı salona cansız beden. İşte artııık dinlenmişti büsbütün ama artık dinlendiğini anlayamazdı. Yıllarca ilaçla yaşadığı yılları, silmişti bir kalemde bütün acılarını, filim kopmuştu. Söylenecek söz kalmamış. Emeğin rengi yine askıda kalmıştı. Mevsim artık sonbahardı, güneşte yok ortalıkta, geceleri sisli hava, ay’da olamazdı. Hepsi mazi olmuştu. Uçuşan yıllar, bir selam vermeden giden yıllar, ömrünü çalan yıllar, hakkını helal et diyemeden evladı babaya.

Emeğin rengini bulamadan elveda diyen emekçi babaya sahib çıkanlar elbet olacak birgün. O emekçi babaların evlatları dimdik ayakta, verecek mücadelesini ve bütün renklerin sahibi olacak. Gökkuşağı gibi saracak dünyayı. İşte bizde varız diyecek birgün. Hadi aslanlarım diyerek.
Kükreyecek sesini, dayanacak, ecdadın viyana kapılarına dayandığı gibi.

Güven Gürbüz

21.05.2001

Bir cevap yazın